KİMDİR: Yazar
EDEBİ ALANI: Öykücü.
DOĞUMU: 31 Ağustos 1936 yılında Kilis'te doğdu.
ÖĞRENİMİ: Adana Yapı Enstitüsü ile Erzurum Tekniker Okulunu bitirdi (1959).
EDEBİ ALANI: Öykücü.
DOĞUMU: 31 Ağustos 1936 yılında Kilis'te doğdu.
ÖĞRENİMİ: Adana Yapı Enstitüsü ile Erzurum Tekniker Okulunu bitirdi (1959).
NEREDE ÇALIŞTI: Maraş Millî Eğitim
Müdürlüğünde, Maraş ve Sivas Bayındırlık Müdürlüklerinde çalıştı. 1986'da
emekliye ayrıldıktan sonra inşaat bürosu kurdu.
ÖNCE ŞİİR:Şevket Bulut edebiyat
dünyasına şiirle girdi. Sonra hikâye yazmaya
başladı.
EDEBİ YAŞAMI: Ulus, Yeni İstanbul, Milliyet gazetelerinde yazdı. Dergilerde ilk hikâyesi 1953'de Yenilik'te çıktı. Hareket, Hisar, Türk Dili, Dost, Yeni Ufuklar, Soyut, Yeni Dergi'de hikâyeleri yayınladı.
Bulut, Anadolu halkının acılarını,
dertlerini, zorluklara karşı direnme güçlerini, inançlarını, gelenek ve
göreneklerini anlatır.
EMEKLİ: 1986'da emekli
oldu.
ÖLÜMÜ: Eylül 1996 tarihinde vefat
etti.
ESERLERİ
Hikâyeleri
1. Al Karısı
(1971),
2. Sarı Arabalar
(1974),
3. Dilek Çınarı
(1975),
4. Kefensiz Ölüler
(1984),
5. Sınırdaki Tarla
(1996),
6. Yıkık Minare
(1996).
7. Baharı Göremeyen
Çocuklar.
-------------------------------------------------------
bir öyküsü
BAHARI
GÖREMEYEN
ÇOCUKLAR
“Dur gitme” dedi kadın. “Dur gitme
oğlum Ökkeş! Bir kaza kurşununa kurban gidersin. Bak şehrin her yanından
makineli tüfek sesleri geliyor. Anan kadanı alsın yavrum. Anan gözünün yağını
yesin. Büyük sözü dinle oğlum. Sen babasız bir çocuksun. Yatalak Emiş'in
oğlusun. Kurt sürüden tek koyunun, tek kuzusunu kapar. Dışarıya çıkma aslan
Ökkeş'im. Bırak o silahı elinden. Şuncacık boyunla sen silah kullanmasını nerden
bileceksin? Gitme Ökeş’im. Gitme civanım. Ökkeş’im… Yiğidim. Evimin tek
çıngısı…”
Kadın bütün gücünü iki kolunda
toplayarak eşiğe doğru süründü. Beş yıl önce kıskanç kocasıyla yaptığı kavga
sonucu sakat kalmıştı. Şehrin en güzel kadınıydı. Doğumevinde ebeydi. Kocası hem
sırtından geçinir, hem de onu aşırı derecede kıskanırdı. Bir gün adam eve sarhoş
gelmişti, Uzun süre ağız kavgası yapmışlardı. Sonunda adam, ebenin ruhsatlı
tabancasını kaptığı gibi, iki el ateş etmişti. Kadın o günden sonra ayağa
kalkamamıştı. Belden aşağısı tutmuyordu. Adam sahte pasaportla Almanya’ya
kaçmıştı. Yatalak kadın biricik oğluyla başbaşa kalmıştı. “ Gözün kör olsun
herif” diye inledi. “Beni yarıcanlı bıraktığın yetmiyormuş gibi, çocuğa
Almanya’dan tüfek gönderiyorsun. Başka hiç bir şey kalmamış gibi. Ben, şimdi ne
yaparım? . Ah oğlum, ah civan Ökkeş’im! O serseri babana çekmişsin. Korku yok,
sorumluluk duygusu yok. Tanrım, sen bana yardım et! Şu yatalak hastana bir de
evlat acısı gösterme!
Ökkeş, anasının söylediklerini
duymadı bile. Dış kapıya doğru koştu. Bu gün, ölüm kalım günüydü. Evde oturulur
muydu? Herkes solcu-kominist avına çıkmıştı. Ökkeş, hangi güne duruyordu? Siyah
parke döşeli yolu bir solukta geçti. Batıpark'a doğru bütün gücüyle
koştu.
Köşebaşlarında öbek öbek insanlar
birikmişti. Şehrin derinliklerinden uğultular, bağırtılar duyuluyordu:
“Kahrolsun komünistler… Solculara ölüm! Dinsizlere ölüm…” Beline geniş gelen
fişeğini yukarı doğru çekti. Ökkeş, tüfeğinin kabzasını iyice sıktı. Kırma
çiftesinin iki gözü de doluydu. Kime ateş edecekti? Kimi öldürecekti? Hani,
düşman neredeydi! Poyraza, soğuğa aldırmadan
koşuyordu.
Patıpark’a varınca koca caddenin
insan seliyle dolup taştığını gördü: “ bunca insan nasıl olmuş ta bir araya
gelmiş” diye düşündü. Ahır Dağı’nın doruklarını bir topak bulut süslüyordu.
Maraş Şehri, gerine gerine sabah uykusundan yeni uyanıyordu. Kendisi gibi
silahlı, taşlı sopalı çocukların arasına karıştı. Kalabalık cadde üzerinde bir o
yana, bir bu yana akıp gidiyordu.
“Hastane civarına
gidelim.”
“Yoğun çarpışmalar
oradaymış.”
“Erenler Kahvesi önüne barikat
kurmuşlar.”
“Dindaşlarımızı, kardeşlerimizi
kurtaralım.”
Kalabalık şuursuzca Hastaneye
doğru koşuyor. Ökkeş sevinçli. Ökkeş silahının kabzasını sıkıyor. Onbeş/yirmi
çocuk kestirmeden Hastaneye ulaşmak için Endüstri Meslek Lisesinin bahçesine
atlıyor. Sık çam ağaçlarının arasından geçiyorlar. Ağaçlarda soğuktan büzülmüş
sekiz/on kumru. Bir çocuk Ökkeş’e kumruları
gösteriyor:
“Hadi ateş et bakalım,” diyor,
“atıcılığını görelim. Silah taşımak marifet değil, önemli olan attığını
vurabilmek. “
Çocuk Ökkeş’i tahrik ediyor. Ökkeş
uzun süre ikircikleniyor. Sonunda çiftesini kumrulara doğru çeviriyor. Üst üste
iki kez tetiğe basıyor. Gürültülü iki patlama. İki kumru süzüle süzüle çamların
altına patadak düşüyor. Birinin tüylü göğsü inip inip kalkıyor. Daha, yarıcanlı.
Gagasının ucunda iki damla kan. Parpazlıyor, parpazlıyor; sonunda can veriyor.
Diğer kumru cansız. Rüzgarın önünde yuvarlanıp duruyor. Ökkeş vurduğu kumruları
eline alıp çevresindekilere gururla gösteriyor. İçinde sevinle acının cengi:
“Hayvanların ikisi de öldü. Kumruları niçin vurdun Ökkeş? Yazık değil mi? İyi
atıcıymışsın. Bravo Ökkeş. Düşmanlarımızı da böyle yere sermelisin. Hadi,
göreyim seni. Yazık… Değil… Yazık… Değil…”
Çocuklar Ökkeş’i hararetle
alkışlıyorlar. İçlerinden biri, kumrunun gagasından akan kana parmağını
değdiriyor. Kanlı şehadet parmağını Ökkeş’in iki kaşı arasına sürüyor: “Hadi
hayırlı, uğurlu olsun diyor, Seni avcılar sınıfına dahil ettik. Tüfeğini ilk
sıkmada iki kuşu yere düşürdün. Bin bravo! Atıcılıkta
ustaymışın!”
Okulun bekçisi koşarak çocuklara
doğru yaklaşıyor. Ökkeş’in sırtına iki yumruk
vuruyor:
“Ulan serseri, Allah’ın yarattığı
kuşlardan ne istedin? Anan-baban senin ölünü böyle yerde görseler ne yaparlar?
Allah’tan korkmaz mısın? Cani ruhlu zibidi! Sende hiç mi acıma duygusu
yok?”
Ökkeş, gururlu bir sesle cevap
veriyor:
“Çiftemi sınadım amca! Babam
Almanya'dan gönderdi. Daha gıcır gıcır. Üçüncü kez ateş ediyorum. Bak, daha bir
sürü fişeğim var. Yörükselim Mahallesinde militan avına
gidiyoruz.”
Bekçi, Ökkeş’in kulağına
yapışıyor. Pire öfeler gibi öfeliyor.
“Defol karşımdan, katil ruhlu
herif, senin gözüne bir görünen var.! Elinde kırma tüfek Yörükselim Mahallesine
gidiyorsun ha! Sen belanı arıyorsun oğlum. Şu zavallı kumruların kanı yerde
kalmaz. Aklın varsa hemen evine dön! Ölümün kol gezdiği bir an yaşıyoruz.
Otamatik silah seslerini duyuyor musun? Ne diyeyim, Allah sana akıl
versin.”
Ökkeş çiftesini yeniden
dolduruyor. Adamın konuştuklarını duymuyor bile. Çocukların peşisıra sevinçle
koşuyor. İnce uzun boylu… uzun saçları kulaklarını örtmüş, siyah gözleri ışıl
ışıl. Ayaklarında bir çift lastik ayakkabı. Pantolonu yamalı. Ütüsüz ceketi
kirden renk değiştirmiş. Ökkeş, ortaokul öğrencisi. Almanya’ya kaçan babasının
yüz çizgilerini hayal mayal hatırlıyor. Sigaraya alışmış, şarabın tadına bakmış.
Her Pazar vurdulu / kırdılı filimlere gidiyor, okul çantasının bir gözünde
çıplak artist resimleri biriktiriyor.
Hastanenin önü, ana baba günü.
Arabalar, durmadan yaralı taşıyor. Askerler, geniş yola barikat kurmuşlar.
Yukarıdan aşağıya, aşağıdan yukarıya hiç kimseyi bırakmıyorlar. Halkı korkutmak
için havaya ateş ediyorlar. Her yandan silah sesleri geliyor. Keskin barut
kokusu insanların burunlarını yalıyor. Kalabalık dağılmak bilmiyor. İnsanlar üst
üste yığılıyor. Askerler görmesin diye, Ökkeş çiftesini arkasına saklıyor,
fişeğini ceketinin altına gizliyor.
Devlet Hastanesinin bahçe duvarı
üzerine çıkan garip kılıklı bir genç şöyle
bağırıyor:
“Arkadaşlar, askerler yolumuzu
kestiler. Buradan geçemeyiz. Doğumevinin bahçesinden üst sokağa çıkalım. Bakın,
şu karşı sokakta bekleşenlerin hepsi militan, aşırı solcu. Nice kardeşlerimizi
boğazlamışlar. Mağaralı Camisini ateşe vermişler. Gün bu gündür, namusumuzu,
şerefimizi kurtaralım. Sütçü İmam’ın torunları, vatanını seven peşimden
gelsin.”
Şuursuz kalabalık azgın bir sel
gibi gencin peşinden akıp gidiyor. Doğumevi bahçesini geçip ara sokaklara
sapıyorlar. Damların duvarların üzeri allı yeşilli giyinmiş kadınlarla dolu.
Bağırıp çağırıyorlar. Ökkeş, sekiz on çocukla birlikte en
önde.
“En az iki kişi öldürmeliyim diye
düşünüyor. Tıpkı okulun bahçesinde yere serdiğim kumrular gibi, kan içinde,
ayağımın dibinde debelenmeliler.”
Kalabalık, Yörükselim Mahallesinin
çamurlu sokaklarına yayılıyor. Karşıdan sıkılan tek tük tüfek sesleri.
Kalabalıktan, damlara, duvarlara fırlatılan taşlar, sopalar. Kırılan camlar,
parçalanan ahşap kapılar, alev alan toprak damlı basık evler, gökyüzüne doğru
yükselen koyu gri renkte dumanlar. Aralıklı patlamalar, keskin bir barut kokusu.
İniltiler, bağırtılar. Yere yuvarlanan insanlar. Ayaklar altında kalan küçük
çocuklar.
Derken bir makineli tüfek sesi.
Kalabalığa doğru kan kusuyor. Mekanik ve tok ses, beş dakika devam ediyor.
Tırr.. Tırrrrıtttt.. Tak… Takk-tak. Tiki-tak…Tırrrttt.. Tırrrttt… Orakla biçilen
ekinler gibi yere serilen insanlar. İnlemeler, bağırıp çağırmalar. Korkunç bir
panik. Koşuşmalar… Koşuşmalar.
“Ahacık şu damdan ateş
ediyorlar.”
“Çabuk yere
yatın.”
“Yerde debelenen şu çocukları
kurtarın.”
“Allah rızası için biri şu
makineliyi sustursun.”
“Dinamidi olan yok mu, dinamidi?
Makineliyi ancak dinamitle sustururuz.”
Sürüne sürüne duvarın dibine
sığınan yaralılar... Meydanda üç dört çocuk ölüsü. Aralarında Ökkeş’te var.
Ökkeş’in çiftesi üç adım öteye fırlamış. Çocuğun ağzı ayrık. Dudağının kenarında
incecik bir kan şeridi. Donuk bakışları bir noktaya saplanmış. Parmakları yumuk.
Can verirken büyük bir acı çektiği belli oluyor. İki kaşının arasında koca bir
delik. Diğer üç çocuk kuzular gibi birbirine sokulmuşlar. Birinin başı diğerinin
gövdesi altında kalmış. Bir diğerinin suratı paramparça. Yerde taze bir kan
göleği. Sahipsiz ayakkabılar, rüzgarın önünde uçuşan şapkalar. Yaralılar,
sedyelerle Hastaneye taşınıyor. Kadınların çığlıkları gökyüzünü yırtıyor.
Küfürler, inlemeler, bağrışıp çağrışmalar.
Yarım saat sonra atılan
dinamitlerle makineliyi susturuyorlar. Gözü yaşlı bazı kişiler meydanda kanlar
içinde yatan cesetleri toplamaya başlıyorlar.
Uzaktan koşarak gelen on yedi, on
sekiz yaşlarında solgun yüzlü bir genç… Hıçkıra hıçkıra Ökkeş’in üzerine
kapanıyor. Bu genç, Ökkeş’in amcasının oğlu Ejder: “Seni de mi öldürdüler
Ökkeş’im? diye bağırıyor. Bu acı haberi yatalak annene nasıl ulaştırırım? Vay
benim garip kardeşim! Ömrünün baharında garip başına buda mı
gelecekti?”
Ejder, cesedin üzerinden ihtirasla
doğruluyor. Ökkeş’in yerdeki kanı çiftesini kapıyor. Fişekliği, Ökkeş’in
belinden çözüp kendi beline bağlıyor. Gözleri çakmak çakmak. Dudakları titriyor:
“Kanlar içinde yatan şu amcamın oğlunun öcünü almadan yaşamak bana haram olsun.”
diye bağırıyor. Bir deli gibi, çevresinde biriken kalabalığı yarıyor.
Militanların gizlendiği evlere doğru koşuyor. Dört beş yaşlı adam hemen yolunu
kesiyor:
“Dur gitme oğlum, diye
yalvarıyorlar. Gözünün yaşına bakmadan seni de vururlar. Kırma tüfekle, makinalı
tüfek üzerine gidilir mi? Sen aklını mı oynattın? Bir aileden bir kurban
yetmiyor mu?”
Cinnet getirmek üzere olan genç:
“Bırak beni diye bütün gücüyle bağırıyor. Ökkeş’imin öcünü almadan eve
dönmeyeceğim.”
Adamların arasından sıyrılıyor.
Dar sokaklardan geçerek Sergentepe Mahallesine doğru koşuyor. Saçları dağılmış,
üstü başı parçalanmış. Tüfeği, toprak damlardan kendisine doru ateş , eden
gençlere çeviriyor. Üst üste iki el ateş ediyor. Toprak damın süyüğünden yere
bir çuval gibi bir genç yuvarlanıyor. Ardından kesik kesik bir makinalı tüfek
sesi… ejder, üç dört kurşun darbesiyle yere yuvarlanıyor. Tüfek bir tarafa
kendisi bir tarafa düşüyor.
Uzaktan Mağaralı Camisi
minaresinden ezan sesi duyuluyor. Ahır dağının eteklerinde bir kalfa güvercin
makinalı tüfek seslerinden ürkerek dağın doruğuna doğru uçuyor.
-------------------------------------------------------
-------------------------------------------------------
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder