KİMDİR: Ozan - Gazeteci - Gezgin
DOĞUMU: 1954 Yılında Maraş’ın Afşin ilçesine bağlı Nadır köyünde dünyaya geldi
ÖĞRENİMİ: Lise ve İmam
Hatip Lisesinden sonra yüksek öğrenimini tamamladı.
EDEBİ HAYATI: Uzun süre
Akdeniz Bölgesi Basın Ajansı olarak çalıştı. Bazı gazetelerde belgesel
araştırmalarının yanında, kültürel makaleleri yayınlandı. İç ve dış gezileriyle
ilgili yazılar kaleme aldı, röportajlar aktardı. Daha sonra belirli aralıklarla
köşe yazarlığı yaptı.
Mizah, Milli Mücadele,
İttihat, Somuncu Baba, Kültür- Sanat, Bengisu, Mefkûre gibi bir çok Edebiyat
dergilerinde şiirlerini yayınladı. Aynı zamanda, bu dalda bir çok ödüller aldı.
Afşin Belediyesi Basın-Yayın ve Halkla İlişkiler Müdürlüğü görevinde de bulunan
Ahmet Süreyya DURNA, makalelerini bir müddet müstear isimle
yazdı.
Evliya Çelebi’nin
Seyahatnamesinde ayak bastığı yerlerin tümünü istisnasız dolaşan Gazeteci-Şair,
İskenderun Demir Çelik Fabrikalarından emekli ve iyi bir Ortadoğu
gözlemcisidir.
HOBİSİ: Sporla iç
içe yaşamaktadır. Ayrıca Tekvando milli
hakemidir. Sosyal faaliyetlerinin dışında, Hat sanatı ve Osmanlı arşivi üzerinde
çalışmaları mevcuttur.
SİYASİ HAYATI: İki
dönem, bir siyasi partinin İskenderun ilçe başkanlığını
yaptı.
ESERLERİ
1. Muzır İkili
(hikayeler),
2. Denemeler (edebiyat
seçkisi),
3. Şafak Taarruzu
(şiirler), yayınlanmış eserleri arasındadır. *Yalaka Üretim Merkezi adlı eseri
ise basım aşamasındadır.
----------------------------------------------------------
şiiri
Dünden
Bugüne
Baltaya sap oldu
mazılarımız
Ağzımızı bıçak bile
açmıyor
Arttı içtimai sızılarımız
Şakiler bu yurdu sahipsiz buldu
Mısır tarlamıza domuzlar
doldu
Mor koyunlar aç kurtlara
yem oldu
Acı acı meler
kuzularımız
Hasret yüreğimi yakıyor
gardaş
Özümde bir şimşek
çakıyor gardaş
Yal içip keyfine bakıyor
gardaş
Tavşan kaldırmıyor
tazılarımız
Ne hazindir kabuk ΄öz΄e
yabancı
Hileli bakışlar göze
yabancı
Mert kalmadı meydan bize
yabancı
Kaybetti gücünü
pazularımız
Bazılarımız var çıkla
beyinsiz
Bazılarımız var kukla
beyinsiz
Bazılarımız var damgalı
dinsiz
Zangoçluğa namzet
bazılarımız
Köroğlu misali yiğit
ozan yok
Despotların oyununu
bozan yok
Tarihteki gibi destan
yazan yok
Savaş kaçkınıdır
gâzilerimiz
Bu tezgâhta niye gergef
dokunmaz
Bülbül niye gayrı dalına
konmaz
Bilmem niye esâmîmiz
okunmaz
Silindi kütükten
yazılarımız
Ahmet Süreyya
Durna
----
ANADOLU KADINI ANNEM
O, cefakâr Anadolu
kadını
Ve adı üstünde: Anadır
annem
Bilirim, sarsılmaz
itikadını
Çünkü doğruluktan
yanadır annem
Ölçülmeye gelmez,
büyüktür çapı
Sevgiye açılan bir ulu
kapı
Merhamet mülkünde en
muhkem yapı
Esas koruyucu binadır
annem
Güldükçe gül açar
yüzünde renk renk
Ondadır teennî, ondadır
âhenk
Sayfalar dolusu
kitaplara denk
Mücerret, mukaddes
mânadır annem
Yürüyende eşkin kır ata
benzer
Azimde, sabırda Ferhat’a
benzer
Hıçkırışı; Dicle,
Fırat’a benzer
Mahzun çağlayışlı
Tuna’dır annem
Kader bükmüş olsa bile
belini
Daha saklar duvağının
telini
Köyün umur görmüş saygın
gelini
İsmiyle müsemmâ Suna’dır
annem
Hizmet limanında bir
sessiz gemi
Körün kılavuzu, kelin
merhemi
Hastanın sayrının ilacı
emi
Yetimin saçında kınadır
annem
O, başlı başına
murakabedir
Ve o bir sırattır, bir
akabedir
Mecazî anlamda kutsal
Kâbe’dir
Safa’dır, Merve’dir,
Mina’dır annem
“Hanım Ana” derler saygı
gereği
Belli ki toplumun çarpan
yüreği
Hakkın rızasıdır bütün
ereği
Hasletlerle dolu rânâdır
annem
Ahmet Süreyya
DURNA
----
binboğalarda yayla şöleni
Kan kokar
yaylalarımız
Sarı safran yerine
sümbül yerine
Bakarsın ki bir can
düşmüş ölümcül
Yalçın kayaların
gölgelerine
Bu can belki Emirli’den
bir yiğit
Belki Dirgen Alilerden
birisi
Çobanların kavalına kan
bulaşır
Yürekler hep korku taşır
kin taşır
Bitmek bilmeyen
kavgaların zıtlaşmaların
Gayrı gelmez
gerisi
Ağıtlar yakılır kıl
çadırlarda, Binboğalarda
Aheyyy
Mavzer sesleri duyulur
ha bire
İnatçıl katırlar tepişir
kolan kırılır
Silahların sıkıldığı
yöne doğru tedirgin
Kırçıl köpekler ulur
kangal cinsi köpekler
Karışır ıslık
ıslığa
Obalara kara haber
ulaşır
Ve bir uyuz keçi sırtını
kaşır
Emlik oğlaklar kuzular
meleşir ağılda
Sürüler çoban
bekler
Elma yanaklı kızların
dul gelinlerin
Gözlerinde yaş kalpleri
hüzün dolu
Bizim yaylaların
değişmez töresi bu
Evet bu kan
töresi
Bakarsın ki barhanalar
yüklenmiş göç hazırlanmış
Eh artık yavaş
yavaş
Çanbış katırların
sırtında tutulur yayla yolu
Kaymaklı höşmerime,
kenger aşına veda
Elveda
Akpınar Çukurpınar
Kayabaşına veda
Elveda
Bir deli poyraz eser
yapraklar hışır hışır
Issız yurtlarımızda
akbabalar dolaşır
İşte böyle
gardaş!
Kan kokar
yaylalarımız
Sarı safran yerine,
sümbül yerine
Bakarsın ki bir can
düşmüş ölümcül
Yalçın kayaların
gölgelerine
GENÇLİK
EFSANESİ
Anafor gibiydik gönül tasında
Gençliğimiz
bizden farımadan önce
Çiğ
düşerdi üstümüze şafakta
Bağrımıza
deli rüzgâr eserdi
Sararıp
kurumadan önce
Göğ
ekin gibiydik şu hayat tarlasında
Heyhat!
Ayağı
sekili gözü sürmeli
Alnı
sakar haşarı tay gibiydik
Durup
dinlenmek nedir ki yorulmak nedir
Bilmezdik
nicedir
Ve
âdetâ bir çelik yay gibiydik
Heyhat!
Sığmazdık
kabımıza kabuğumuza
Heyecanlıydık
Kalaycı
körüğünden farksızdı yüreğimiz
Patlamaya
hazır volkan gibiydik
Beyine
sıçrayan kan gibiydik doğrusu
Tâbir-i
câizse eğer
Çiçeği
burnunda delikanlıydık
Heyhat!
Düşünce
ufkumuz tahayyülümüz
Sonsuza
açılan kapıydı sanki
İhtilâl
yapardık sıfır üç sularında
Ay
ışığında
Devlerin
uykuya daldığı anda
Vira
kamçılanan cesaretimiz
Göğsümüzde
kargir yapıydı sanki
Heyhat!
Biz
idik Zaloğlu Rüstem evet
Şâh-ı
Merdan Ali biz idik ahey!
Ya
öyle inanırdık
Ya
da kendimizi öyle sanırdık
Dik
bakışlı Aslanların yatağı
Yiğitlerin
merkez üssü otağı
Köroğlu’nun
Çamlıbel’i biz idik ahey!
Şahbazları
gözünden gölgesinden tanırdık
Heyhat!
Sonunda
anlaşılan görünen veçhesiyle
Hazin
ve gerçek olan
Silüetten
ibaretmiş o netâmeli hayat
Gayrısı
yalan...
Ömür
yıldızımız kaymak üzere
Tadı
yok böylece bitkisel yaşamanın
Hava
kirli ekmek küflü su bayat
Hâsılı
gidip de dönmeyenlerin
Biz
de gideceğiz gittiği yere
Heyhat!
Ahmet
Süreyya DURNA
şiirin hikayesi
Şair, Gaziantep/
Kavaklık’ta hemşehrisi olan Aşık Mahzuni Şerif’le buluşur. Mahzuni, şaire,
“hani yeni şiirlerin yok mu? ” der. Şair bu şiiri gösterir. Mahzuni şiiri çok
beğenir. ‘Gel bunu hece ölçüsüne göre manzum bir biçime uyarla da, besteye
dönüştürelim der. Mahzuni devamla; “Allah kısmet ederse o yöreleri gelip son
kez görmek istiyorum, yayla havalarını ciğerlerime çekmek istiyorum, bana eşlik
eder misin? ” diye, ilave eder.
Ahmet Süreyya Durna: ‘ Takdir-i ilahi işte! Ne ben, bu şiiri onun dediği kalıba sokabildim, ne de onun ömrü kâfi geldi. Bize göre aramızdan erken ayrıldı. Ruhu şad olsun.’’ diyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder