http://sairlermaras2.blogspot.com.tr/

20 Temmuz 2014 Pazar

ATIF BEDİR


KİMDİR: Ozan - Deneme Yazarı.

DOĞUMU : 1 Mayıs 1965 tarihinde  Maraş'ın Variyanlı Köyünde  doğdu. 

ASIL ADI:  Abdurrahman Başpınar.

ÖĞRENİMİ : 1981 Yılı  Maraş Lisesi,

ÜNİVERSİTE: 1985 Yılı, Ankara Üniversitesi DTCF mezunu.

ÇALIŞTIĞI ALAN: 1987'den bu yana bir televizyon kuruluşunda kameraman ve yönetmen olarak çalıştı, televizyon için kitap ve kültür dosyaları hazırladı.

EDEBİ HAYATI: Yayımlanan ilk edebi ürünü, Esra Yazıları dergisinde (K. Maraş, 1978) çıkan Umut adlı bir öyküydü. Daha sonra şiirleri ve düz yazıları Edebiyat, İkindiyazıları, Kayıtlar, Hece dergilerinde yer aldı.

ESERİLERİ
1. Ateş Salâları, 1998,
2. Rüzgarın Dili Lal.

----------------------------------------

şiirleri


BİR ÂVARENİN 
DÜŞLERİ / ayın doğduğu yere gidelim

ceviz ağaçlarının yemyeşil yaprakları gökyüzünü kaplamış
karanlık içimizi ürpertiyor
fısıltıyla konuşuyoruz
birbirimizi görmeden
birbirimizi görmeden anlıyoruz birbirimizi
biliyoruz o an ne geçiyor göz bebeklerimizden
uzaktan bir su sesi geliyor
su sesi mi, aşk sesi mi, yaprak hışırtısı mı
kuru otlar üzerinde kayarak uzaklaşan bir karayılan mı belli değil
tanrım n’olur su sesi olsun diyoruz
belki de seslerin en güzelidir su sesi
güzellerin en güzelidir karayılan
biliyoruz birazdan ay doğacak
ay doğacak, yeryüzü susacak
ay doğacak, kuşlar susacak
ay doğacak, böcekler susacak
ay doğacak, insanlar uykularında bir yanından diğer yanına dönecekler
ay doğacak, incecik bir ürperti gelip geçecek kızların yarılanmış uykularından
dağların arkasından kızıl bir şiir çıkacak
ağaçların arkasından aşkla boyanmış bir ışık yeryüzünü aşka boyayacak
yapraklar arasından sızan davetkâr ay ışığı çağıracak bizi
ama biz bekleyemeyiz
aşk bekleyemez
o zaman
haydi kalkın gidiyoruz
ayın doğduğu yere gidiyoruz
atlarınızı eyerleyin
çarıklarınızı yenileyin
azıklarınızı alın gidiyoruz
arkamıza dönüp bakmadan çıkacağız yollara
kimse gelmese de çıkacağız
çünkü bir yerlere gitmek güzeldir
‘her gün bir yerden göç etmek ne iyi
her gün bir yere konmak ne güzel
bulanmadan, donmadan akmak ne âlâ’

ATIF BEDİR

-----

BİR ŞEHRİN ŞİİRİ
  
Yeryüzünün atardamarları
Mekke ve Medine’dir
Gurbeti İstanbul, kalbiyse Kudüs
Daha çok şehirler gördüm
Dolaştım sokaklarında Roma’nın
Çok istedim de göremedim seni Endülüs

Issız ırmaklar aktı içime
Saray Bosna’da, Baku’de, Mostar’da
Moskova’da öyle üşüdü, öyle üşüdü ki
Kahire'de ısıttım ellerimi
Ama en çok doğduğum şehri sevdim

Şimdi söyle ey Maraş
Söylenmedik ne varsa
Kimdir yatan o ıssız tepede
Malik Ejder mi
Dök içini, tozu dumana katan atlı kim
Halid bin Velid mi
Sütçü İmam mı yoksa
Uzunoluk caddesinde kükreyen aslan

Sene bindokuzyüzyirmi
Başlar şehrin karabasanı
Dalgalanır batı bayrağı şehrin üstünde
Rıdvan Hoca okur bildiriyi
Bu paçavranın orda işi nedir
Ulu Cami avlusundan uçan güvercinler
Konarlar kalenin burçlarına
Çekerler göndere yeniden hilâli
İşte şimdi Cuma, adam gibi Cumadır

Sezai Karakoç’a göre bay yabancıdır Fransız
Maraşlılara göreyse
Kabına sığmayan bir öfkedir
“sizin bu şehirde kalmanıza/
imkân ve ihtimal yoktur Bay Fransız”
Matmazel ne anlama gelmişse Cezayir’de
Maraş’ta da anlamı odur

Ara sıra depreşir mi kanındaki ince sızı
Evlatlarını yiyen bir aslan hüznü
Okunur sanki yüzünde
Garbi Yeli vururken saçlarına
‘Ulu hocam Maşallah’
Hâlâ durur sanki
Ulu Cami avlusunda sarığının gölgesi
Ve Arif Ay’ın dosyasındaki sayfa

Kadınların sesinde titreyen hüzün
Söndürür şubat ortasında yanan ateşi
O öncüler ki ak atlarıyla geçmişler nehri
Sonra sunmuşlar bize
Bir salkım kabarcık üzümü gibi
Saf ve tertemiz bu şehri

Şimdi ne oldu söyle
Yenildik mi, bu susuzluk niye
Yüreğimin harını ancak alır
Bakır bir tas dolusu meyan şerbeti

Maraşlı ustaların sabrıyla dövülen
İpek kadar yumuşak deridendir
Gülşeftali yemeni
Ne etmeli, nerelere gitmeli
Damlardan tarhana kokusu gelir
Şimdi kekikli bir çorbasını içmeli
Üzerine de pul biber ekmeli

Yalnızardıç’tan gelir baharı yazı
Toroslardan aşar, gider boranı, sisi
Bir külah dondurma gibi
Erir mi Ahırdağı’n karı buzu
Binbirçiçek arasından seçilir
Karakeçilerin salep kokulu sütü
Bir de poyraz esti mi
Çekilmez olur nazı

Suyu şiir gibi akar
Rüzgârı hikaye
Havası uzun bir mesnevidir
Doğmasa da Maraş’ta Üstad Necip Fazıl
Öz oğludur Maraş’ın
Zarifoğlu Cahit ise has oğlu

Şehrin sokaklarından geçen biri var
Yürüdü mü titrer sanki yer
Bu şehri en çok o bilir
O anlar en çok
Kapalıçarşının bakırcı ustaları kadar
Hünerlidir o da
Kelimeleri işler durur kalemiyle
Yol üstünde ışıyan
‘sükût suretinde’ bir kandil
Şehrin sokaklarından geçen biri var:
Adı Nuri Pakdil

Duvarların arkasındaydı adam
Ev aynı ev ama
Sokaklar bizim değil artık, derdi.
Oysa, “sokaklarda korkacak ne vardı ki!”
O muydu sokaklardan çekilip
Kendine ipekten bir koza ören
Avlusundan geçerken kokar hâlâ
Gül Yetiştiren Adam’ın gülleri
Gerçek mi, hayâl mi
Ancak bilir Rasim Özdenören

Bir Ali vardır bilir misiniz
Maraşlı, hem de Gafarlılı
Yüzünde binlerce yıllık çizgiler
Tüm dünya sığar belki kalbine
Maraş onu bıraksa da o Maraş’ı bırakmaz
Sıkı sıkıya tutunmuştur köklerine
Bir Ali vardır bilir misiniz
Maraşlı, hem de Gafarlılı

Süreyya yıldızıyla kardeş şehir
Ve meleklerin elinde altın anahtarı
Burçlarında bekler şehrin
Görünmez binlerce asker
Ay hep hilâl olarak doğar
Ve aydınlatır gecesini dolunay

Bir gün ben de yollara düştüm
Sürdüm Karacoğlanın ayak izlerini
Arkamda bıraktım
Kemerli Aksu köprüsünü
Altından türküler akıyordu köpürerek
Hâlâ sıcağı ensemde Maraşın
Sonrası serinlik biliyorum
Başkonuşun çam kokulu rüzgârı
Karşılar birazdan beni

Ama önce şu ıssız köye uğramalı
Bir çocuk düşüne kapılıp gitmeli
Hâlâ uçuşur mu havada arıcık kuşları
Bakır kazanlarda kaynar mı
Altın sarısı üzümün kara pekmezi
Ağaç bir kaşık alıp tadına bakmalı
Bağ yolları, şeftali, ceviz ağaçları
Hâlâ duruyor mu
Arı oğul verdi mi bu sene

Acı bir sızı ile geçtim çam kokularından
Çocukluğumun ayak izlerini sürdüm
Yeşil çayırlarda, tozlu yollarda
Bir Osman Sarı şiiri gibi
Koşar sanki üzerinde önden giden atlılar
Ve söylerim sesim yankılanır
Köknar ormanında
‘ne güzel atlar bunlar
bunca yol çiğnediler
çiçek çiğnemediler
önden giden atlılar’

Aştım Başkonuş yaylasını
Vardım Andırına ikindi suları
Ceylanların suya inme vaktiydi
Orda bir güzel adam gördüm
Bir şair, kurşun harfler arasında
Adı Nedimaliydi
Feramuz Aydoğanla oturmuş çay içiyordu
Sohbetin en koyusu demlenmişti
Bilâl Öksüz’ün kitapçı dükkanında
Masanın üzeride İkindiyazıları ışıyordu
Sonra ikisi de göçtü gitti
Şimdi Andırın kaldı öksüz

Bir de Necip vardır
Heybeliada’da dolaşırken yanında İkindi Tayfaları
Yolunu kaybedip burada bulmuştur kendini
Başkonuşu en iyi o anlatır
O, Maraşın Maraşlı olamayan oğludur
Kendine sorsanız Türkiyeliyim
Şehir mi, ne önemi var, der
Oysa Maraş
Hep yolunu gözleyen anasıdır

Ve sen atıf bedir Maraş’ın sessiz oğlu
Özleyince hep ıssız köy yollarını özlersin
Ve vurgunsun çağıldayan sularına
Ne zaman uçarsa havada bir telli turna
Selam götürsün senden dağlarına
İçindeyse kocaman bir yeryüzü durur
Maraş mı dediniz
Bu şehir onda küçücük bir noktadır

-----


YARALI NEHİRLER

Gökten su gibi bir aşk iner
süzülür toprağın koynuna
bir ses çağılar
bir incir çatlar
damarda çağılar kan
toprak çatlar, kaya çatlar
çatlar nar, akar nehir
gelir dayanır kapısına şehrin

İçinden nehir geçen şehirlere
gelir kokusu iğde ağaçlarının
biraz ıhlamur, biraz güldür
içinden aşk geçen şehirlere
masum bir ad verir
duru ve alabildiğine mavi

Bir gün şehir yaralandığında
nehir de yaralanır
kapılır kan sularına kızıl bir gül
ilk kez duyar gibi oluruz adını
ilk kez susadığımızı anlarız
ama susuzluğumuzu kandırmaz
ancak acı verir bize
ancak olur yaraya tuz

Böyle çok şehirler öğrendik
ortasından hep nehirler geçerdi
düşünmezdik neden
ama artık sormuyoruz
şehirlerin ruhunu temizler nehirler
ağıtını yakar, yasını tutar
sonra alır koynuna avutur
asıl sahibine teslim eder

Böyle çok nehirler öğrendik
kederimizle aktılar yanı başımızdan
başımızı yasladık omuzlarına
dicle’nin, fırat’ın, neretva’nın
okşadılar saçlarımızı
sildiler göz yaşlarımızı
Berrak aktıkları nadir zamanlarda
şavkı vurdu sularına
fuzûlî’nin, mevlânâ’nın, ibni arabî’nin
mesnevi gibi çağıladılar
divan gibi coştular
yunus gibi durgun aktılar bazen
şavkı vurdu sularına
bağdat’ın, mostar’ın, sarayova’nın
Biz unutsak da
nehirler asla unutmaz
unutturmaz
durulsa da suları
şavk olsa da bir mesneviye
yaralarımıza merhem
susuzluğumuza çare
nehirler asla unutmaz

Biz de seni unutmayacağız ey şehir
alıp götürse de sırlarını
nöbetini bekleyen bir nehir
unutmayacağız seni de
unutmadığımız gibi kudüs’ü, kurtuba’yı
unutmadığımız gibi bağdat’ı, sarayova’yı
unutmadığımız gibi çanakkale’yi, mostar’ı

unutmayacağız seni de ey şehir






----------------------------------------------------------

Hiç yorum yok: