KİMDİR: Ozan - Deneme Yazarı.
DOĞUMU : 1 Mayıs 1965 tarihinde Maraş'ın Variyanlı Köyünde doğdu.
ASIL ADI: Abdurrahman
Başpınar.
ÜNİVERSİTE: 1985 Yılı, Ankara Üniversitesi DTCF
mezunu.
ÇALIŞTIĞI ALAN: 1987'den
bu yana bir televizyon kuruluşunda kameraman ve yönetmen olarak çalıştı,
televizyon için kitap ve kültür dosyaları hazırladı.
EDEBİ HAYATI: Yayımlanan
ilk edebi ürünü, Esra Yazıları dergisinde (K. Maraş, 1978) çıkan Umut adlı bir
öyküydü. Daha sonra şiirleri ve düz yazıları Edebiyat, İkindiyazıları, Kayıtlar,
Hece dergilerinde yer aldı.
ESERİLERİ
1. Ateş Salâları,
1998,
2. Rüzgarın Dili
Lal.
----------------------------------------
şiirleri
BİR
ÂVARENİN
DÜŞLERİ / ayın doğduğu yere gidelim
DÜŞLERİ / ayın doğduğu yere gidelim
ceviz ağaçlarının
yemyeşil yaprakları gökyüzünü kaplamış
karanlık içimizi
ürpertiyor
fısıltıyla
konuşuyoruz
birbirimizi
görmeden
birbirimizi görmeden
anlıyoruz birbirimizi
biliyoruz o an ne
geçiyor göz bebeklerimizden
uzaktan bir su sesi
geliyor
su sesi mi, aşk sesi mi,
yaprak hışırtısı mı
kuru otlar üzerinde
kayarak uzaklaşan bir karayılan mı belli değil
tanrım n’olur su sesi
olsun diyoruz
belki de seslerin en
güzelidir su sesi
güzellerin en güzelidir
karayılan
biliyoruz birazdan ay
doğacak
ay doğacak, yeryüzü
susacak
ay doğacak, kuşlar
susacak
ay doğacak, böcekler
susacak
ay doğacak, insanlar
uykularında bir yanından diğer yanına dönecekler
ay doğacak, incecik bir
ürperti gelip geçecek kızların yarılanmış
uykularından
dağların arkasından
kızıl bir şiir çıkacak
ağaçların arkasından
aşkla boyanmış bir ışık yeryüzünü aşka boyayacak
yapraklar arasından
sızan davetkâr ay ışığı çağıracak bizi
ama biz
bekleyemeyiz
aşk
bekleyemez
o
zaman
haydi kalkın
gidiyoruz
ayın doğduğu yere
gidiyoruz
atlarınızı
eyerleyin
çarıklarınızı
yenileyin
azıklarınızı alın
gidiyoruz
arkamıza dönüp bakmadan
çıkacağız yollara
kimse gelmese de
çıkacağız
çünkü bir yerlere gitmek
güzeldir
‘her gün bir yerden göç
etmek ne iyi
her gün bir yere konmak
ne güzel
bulanmadan, donmadan
akmak ne âlâ’
ATIF BEDİR
-----
BİR ŞEHRİN
ŞİİRİ
Yeryüzünün
atardamarları
Mekke ve
Medine’dir
Gurbeti İstanbul,
kalbiyse Kudüs
Daha çok şehirler
gördüm
Dolaştım sokaklarında
Roma’nın
Çok istedim de göremedim
seni Endülüs
Issız ırmaklar aktı
içime
Saray Bosna’da, Baku’de,
Mostar’da
Moskova’da öyle üşüdü,
öyle üşüdü ki
Kahire'de ısıttım
ellerimi
Ama en çok doğduğum
şehri sevdim
Şimdi söyle ey
Maraş
Söylenmedik ne
varsa
Kimdir yatan o ıssız
tepede
Malik Ejder
mi
Dök içini, tozu dumana
katan atlı kim
Halid bin Velid
mi
Sütçü İmam mı
yoksa
Uzunoluk caddesinde
kükreyen aslan
Sene
bindokuzyüzyirmi
Başlar şehrin
karabasanı
Dalgalanır batı bayrağı
şehrin üstünde
Rıdvan Hoca okur
bildiriyi
Bu paçavranın orda işi
nedir
Ulu Cami avlusundan uçan
güvercinler
Konarlar kalenin
burçlarına
Çekerler göndere yeniden
hilâli
İşte şimdi Cuma, adam
gibi Cumadır
Sezai Karakoç’a göre bay
yabancıdır Fransız
Maraşlılara
göreyse
Kabına sığmayan bir
öfkedir
“sizin bu şehirde
kalmanıza/
imkân ve ihtimal yoktur
Bay Fransız”
Matmazel ne anlama
gelmişse Cezayir’de
Maraş’ta da anlamı
odur
Ara sıra depreşir mi
kanındaki ince sızı
Evlatlarını yiyen bir
aslan hüznü
Okunur sanki
yüzünde
Garbi Yeli vururken
saçlarına
‘Ulu hocam
Maşallah’
Hâlâ durur
sanki
Ulu Cami avlusunda
sarığının gölgesi
Ve Arif Ay’ın
dosyasındaki sayfa
Kadınların sesinde
titreyen hüzün
Söndürür şubat ortasında
yanan ateşi
O öncüler ki ak
atlarıyla geçmişler nehri
Sonra sunmuşlar
bize
Bir salkım kabarcık
üzümü gibi
Saf ve tertemiz bu
şehri
Şimdi ne oldu
söyle
Yenildik mi, bu susuzluk
niye
Yüreğimin harını ancak
alır
Bakır bir tas dolusu
meyan şerbeti
Maraşlı ustaların
sabrıyla dövülen
İpek kadar yumuşak
deridendir
Gülşeftali
yemeni
Ne etmeli, nerelere
gitmeli
Damlardan tarhana kokusu
gelir
Şimdi kekikli bir
çorbasını içmeli
Üzerine de pul biber
ekmeli
Yalnızardıç’tan gelir
baharı yazı
Toroslardan aşar, gider
boranı, sisi
Bir külah dondurma
gibi
Erir mi Ahırdağı’n karı
buzu
Binbirçiçek arasından
seçilir
Karakeçilerin salep
kokulu sütü
Bir de poyraz esti
mi
Çekilmez olur
nazı
Suyu şiir gibi
akar
Rüzgârı
hikaye
Havası uzun bir
mesnevidir
Doğmasa da Maraş’ta
Üstad Necip Fazıl
Öz oğludur
Maraş’ın
Zarifoğlu Cahit ise has
oğlu
Şehrin sokaklarından
geçen biri var
Yürüdü mü titrer sanki
yer
Bu şehri en çok o
bilir
O anlar en
çok
Kapalıçarşının bakırcı
ustaları kadar
Hünerlidir o
da
Kelimeleri işler durur
kalemiyle
Yol üstünde
ışıyan
‘sükût suretinde’ bir
kandil
Şehrin sokaklarından
geçen biri var:
Adı Nuri
Pakdil
Duvarların arkasındaydı
adam
Ev aynı ev
ama
Sokaklar bizim değil
artık, derdi.
Oysa, “sokaklarda
korkacak ne vardı ki!”
O muydu sokaklardan
çekilip
Kendine ipekten bir koza
ören
Avlusundan geçerken
kokar hâlâ
Gül Yetiştiren Adam’ın
gülleri
Gerçek mi, hayâl
mi
Ancak bilir Rasim
Özdenören
Bir Ali vardır bilir
misiniz
Maraşlı, hem de
Gafarlılı
Yüzünde binlerce yıllık
çizgiler
Tüm dünya sığar belki
kalbine
Maraş onu bıraksa da o
Maraş’ı bırakmaz
Sıkı sıkıya tutunmuştur
köklerine
Bir Ali vardır bilir
misiniz
Maraşlı, hem de
Gafarlılı
Süreyya yıldızıyla
kardeş şehir
Ve meleklerin elinde
altın anahtarı
Burçlarında bekler
şehrin
Görünmez binlerce
asker
Ay hep hilâl olarak
doğar
Ve aydınlatır gecesini
dolunay
Bir gün ben de yollara
düştüm
Sürdüm Karacoğlanın
ayak izlerini
Arkamda
bıraktım
Kemerli Aksu
köprüsünü
Altından türküler
akıyordu köpürerek
Hâlâ sıcağı ensemde
Maraşın
Sonrası serinlik
biliyorum
Başkonuşun çam kokulu
rüzgârı
Karşılar birazdan
beni
Ama önce şu ıssız köye
uğramalı
Bir çocuk düşüne kapılıp
gitmeli
Hâlâ uçuşur mu havada
arıcık kuşları
Bakır kazanlarda kaynar
mı
Altın sarısı üzümün kara
pekmezi
Ağaç bir kaşık alıp
tadına bakmalı
Bağ yolları, şeftali,
ceviz ağaçları
Hâlâ duruyor
mu
Arı oğul verdi mi bu
sene
Acı bir sızı ile geçtim
çam kokularından
Çocukluğumun ayak
izlerini sürdüm
Yeşil çayırlarda, tozlu
yollarda
Bir Osman Sarı şiiri
gibi
Koşar sanki üzerinde
önden giden atlılar
Ve söylerim sesim
yankılanır
Köknar
ormanında
‘ne güzel atlar
bunlar
bunca yol
çiğnediler
çiçek
çiğnemediler
önden giden
atlılar’
Aştım Başkonuş
yaylasını
Vardım Andırına ikindi
suları
Ceylanların suya inme
vaktiydi
Orda bir güzel adam
gördüm
Bir şair, kurşun harfler
arasında
Adı
Nedimaliydi
Feramuz Aydoğanla
oturmuş çay içiyordu
Sohbetin en koyusu
demlenmişti
Bilâl Öksüz’ün kitapçı
dükkanında
Masanın üzeride
İkindiyazıları ışıyordu
Sonra ikisi de göçtü
gitti
Şimdi Andırın kaldı
öksüz
Bir de Necip
vardır
Heybeliada’da dolaşırken
yanında İkindi Tayfaları
Yolunu kaybedip burada
bulmuştur kendini
Başkonuşu en iyi o
anlatır
O, Maraşın Maraşlı
olamayan oğludur
Kendine sorsanız
Türkiyeliyim
Şehir mi, ne önemi var,
der
Oysa
Maraş
Hep yolunu gözleyen
anasıdır
Ve sen atıf bedir
Maraş’ın sessiz oğlu
Özleyince hep ıssız köy
yollarını özlersin
Ve vurgunsun çağıldayan
sularına
Ne zaman uçarsa havada
bir telli turna
Selam götürsün senden
dağlarına
İçindeyse kocaman bir
yeryüzü durur
Maraş mı
dediniz
Bu şehir onda küçücük
bir noktadır
-----
YARALI
NEHİRLER
Gökten su gibi bir aşk
iner
süzülür toprağın
koynuna
bir ses
çağılar
bir incir
çatlar
damarda çağılar
kan
toprak çatlar, kaya
çatlar
çatlar nar, akar
nehir
gelir dayanır kapısına
şehrin
İçinden nehir geçen
şehirlere
gelir kokusu iğde
ağaçlarının
biraz ıhlamur, biraz
güldür
içinden aşk geçen
şehirlere
masum bir ad
verir
duru ve alabildiğine
mavi
Bir gün şehir
yaralandığında
nehir de
yaralanır
kapılır kan sularına
kızıl bir gül
ilk kez duyar gibi
oluruz adını
ilk kez susadığımızı
anlarız
ama susuzluğumuzu
kandırmaz
ancak acı verir
bize
ancak olur yaraya
tuz
Böyle çok şehirler
öğrendik
ortasından hep nehirler
geçerdi
düşünmezdik
neden
ama artık
sormuyoruz
şehirlerin ruhunu
temizler nehirler
ağıtını yakar, yasını
tutar
sonra alır koynuna
avutur
asıl sahibine teslim
eder
Böyle çok nehirler
öğrendik
kederimizle aktılar yanı
başımızdan
başımızı yasladık
omuzlarına
dicle’nin, fırat’ın,
neretva’nın
okşadılar
saçlarımızı
sildiler göz
yaşlarımızı
Berrak aktıkları nadir
zamanlarda
şavkı vurdu
sularına
fuzûlî’nin, mevlânâ’nın,
ibni arabî’nin
mesnevi gibi
çağıladılar
divan gibi
coştular
yunus gibi durgun
aktılar bazen
şavkı vurdu
sularına
bağdat’ın, mostar’ın,
sarayova’nın
Biz unutsak
da
nehirler asla
unutmaz
unutturmaz
durulsa da
suları
şavk olsa da bir
mesneviye
yaralarımıza
merhem
susuzluğumuza
çare
nehirler asla
unutmaz
Biz de seni
unutmayacağız ey şehir
alıp götürse de
sırlarını
nöbetini bekleyen bir
nehir
unutmayacağız seni
de
unutmadığımız gibi
kudüs’ü, kurtuba’yı
unutmadığımız gibi
bağdat’ı, sarayova’yı
unutmadığımız gibi
çanakkale’yi, mostar’ı
unutmayacağız seni de ey
şehir
----------------------------------------------------------
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder