http://sairlermaras2.blogspot.com.tr/

20 Temmuz 2014 Pazar

ALİ KEMAL GÖZÜKARA




KİMDİR
Ozan – Yazar – Eğitimci.
Çocukluğunda , döğen sürdü, çiftçilik yaptı, çobanlık yaptı. “Kendi koyunlarımızı, sürüye girmeyen koyunlarımızı güdüyordum. 5 / 6 tane.”
Üretken ozanlarımızın başında gelir. Oldukça sitemkâr, dünyaya karşı. Değerinin anlaşılamamasından oldukça dertli. Yüreğindeki sevgi,  tüm ozanların yüreklerindeki sevgi çağlayanı gibi çağıldayıp duruyor. 31 Yıl, 6 ay görev yaptı. Dövüldü ve sürüldü.  

DOĞUMU: Maraş'ın Elbistan İlçesine bağlı Eldelek Köyünde 1928 yılında doğdu.  (Yazarın doğum tarihi: Nüfus cüzdanında 1931 yazıyor,  ama gerçekte 1928 doğumludur.)

ANNE / BABA: " - Annem,  Osmanlı kadını, yetişmiş, ağırbaşlı vakur bir kadın?  Babam saftı, sefildi, terbiyeliydi, temiz adamdı ama annem kadar kültürlü değildi(1). "

ÖĞRENİMİ:  1943 Yılında ilkokulu bitiren Gözükara, iki yıl sonra Düziçi Köy Enstitüsüne kaydoldu(2).

AİLESİ: - Ailede 8 çocuğun ikincisi.  Yalınayak gezdiğini, ayağına dikenler battığını, ilerleyen yıllarda çift sürdüğünü, ekin biçtiğini, döğen sürdüğünü, yorgunluğunun sonunda da gölek sularında yıkandığını söylüyor(3). 

ÇOCUKLUĞU:  Çocukluğumuzun düşleri. İçimizde hala özlemi vardır tabi. Kuzularla, oğlaklarla iç içe yaşar çocuklar köy yerinde. Koyunlar kaçar, keçiler kaçar.  Onları evirir çevirir,  güder. Yazın yaylalara çıkarlar. Her akşam, kuzular, oğlaklar annelerine kavuştuklarında meleşirler. Her şey şiir gibidir sanki(4).

GÖREVİ VE YAPTIKLARI 
1950 Yılında Enstitüyü bitirerek öğretmenliğe başladı. 27 Yıl ilkokul öğretmenliği yaptıktan sonra 1977 yılında emekli oldu. 1984 Yılında yeniden öğretmenliğe döndü ve 1994 yılında sağlık nedeniyle yeniden emekli oldu.

SEVDA: İlkokulu bitirdikten sonra iki yıl ara verdi. Babası maddi nedenlerden dolayı, Köy Enstitüsüne göndermek istemedi. Çünkü çifti – çubuğu meydanda kalacaktı(5).

SÖYLEŞİDE SORULUYOR: Alevi mi, Sünni miydi köyünüz? Cevap: Köyümüz yarı Alevi, yarı Sünni, diyor. Esasında köyümüz çok çağcıl bir köy. Köken olarak önceden Aleviymiş, sonradan Sünniliğe dönüşmüşler. Baba inancı sürdürüyorlardı. Biz de babalar çoktur. Evliya Baba, Kara Baba, Battal Baba gibi babalar çok bizim köyümüzde.
Hatta bizim yakınımızda Hatice (Hacca) Ana vardı. Hacca Ana zaman zaman Küçük Yapalak’a giderdi. Ben, ilkokuldan sonra Küçük Yapalak’la o kadar çok ilgilendim ki, şimdi kalksam Ankara’dan Elbistan’a gitsem bana hususi Küçük Yapalak’tan araba gelir. Davete çağırırlar. Hâlbuki Sünni köylerimizden bunu görmedim. En çok dostlarım da Alevilerden oldu. Alevi / Sünni diye de ayrım yapmıyorum. Ayrım hatadır. Fakat onların bana yaklaşması, kültüre yaklaşması daha başkaydı, daha güzeldi, daha hoştu(6).

DEDESİ HOCAYDI: Dedesinin, Sünni köyünde değil de, Alevi köyünde hoca olduğunu söylüyor(7). 

FELSEFESİ: “Mesela laiklik ne kadar güzel bir şey. Sen Alevi olursun, ben Sünni olurum, öteki Çerkez olur, öteki Çeçen olur, öteki başka inanışa tapar, öteki başka şey yapar. Ama bu yurtta olan herkes bu yurdun sahibidir. Bu memleketin sahibidir. Bu memlekette  hakkı var hissesi var. Herkes kanun karşısında eşittir.” 

MEDENİ DURUMU: Evlendi.   4’ü kız 2’si erkek olmak üzere 6 çocuk babası oldu. 

ÖLÜMÜ: Bir Mart günü / 2006.

EDEBİ HAYATI:  Yazmaya 1946 yılında duvar gazetelerinde başladı. Çeşitli dergi ve gazetelerde yazıları yayınlandı. 

ESERLERİ

1. Yırtık Pabuçlar - Roman 1960,
2. Paslı Kelepçeler - Roman 1964,
3. İbili’ye Mektuplar - Öykü 1970,
4. Masaldan Masal - Masal 1975,
5. 1 Mayıs Türküsü - Şiir, 1977,
6.  Çeyrek Adam - Fıkralar 1985,
7. Döne’ye Mektuplar - Öyküler 1987,
8. Yola Düşen Kağnılar - Destan 1988,
9. Bıldırcınlar I – II- III - Roman 2001–2002,
10. Ulu Nehir - Nasrettin Hoca Fıkraları 2003,
11. Kiralık Tanık - Öykü 2004,
12.Tüysüzden Mektuplar - Şubat 2006, vd.   gibi yayımlanmış kitapları var.

-----------------------------------------------------------

şiirlerinden örnekler

Hotirinan

Toprak oğlu topraktan bir evimiz vardı
Kapımızın önünde küllük
Komşu çocuklarıyla
Bulaşık sularının ıslattığı yerde
Kösküç oynardık

Duyulurdu öte sokaklardan alıç ahlat sesleri
Sokulurduk satıcının yanına
Üçer beşer çalardık
Herkes bizden korkardı
Seremezdi çamaşırı güneşe
Budar düğmelerini kumar oynardık

Ayrı geceler kemik gitti takır tukur
Hoca okur kızlar dokurlar
Sabahları bulurduk

Topaç çevirirdik dünya ipimize
Hacca canın damında o oturur ağlardı
Bizler kıkır kıkır gülerdik

Sefer onlardandı Sefer o gruptandı
Bizim başkandı Ahmet
Yan bakamazlardı hiç
Gık deseler döverdik

Çullu’nun bahçesinde tek ağaç elma vardı
Giderdik yolmaya
Tutardık kırardık dallarını
Çullu geriden görür eşşoğlular der atardı
Değneğini arkamızdan
Hoptirinan çalarak kaçardık

Cılız dumanlar tüten bacası ve tepeden delikli evi vardı
Yemen yemişti biriciğini iç çeker anlatır ağlardı

Beli bükülmüş, çilenin kemirdiği parmaklarıyla
Çilenin insanıydı.

Kızgın güneş soldurmuştu meyvesizdi
Buram buram toprak kokan topraksız toprak anasıydı
Sıla kokar ekmeğinde garibin
Çorbasında acıları ha kaynar
Hayal değirmeninde özlemler öğütür, yanar
Mesafeler hora teper
Zaman yumak yumak

Çözemez gayrı oturur ağlar
Gurbette gün doğar sılada batar

------

ZAMAN

Ardına bakmadan ha bire koşar
Kendi yok ama dal ile açılır
Yapraklar düşerse yaşar ha yaşar
Sarıyı yeşile katıyor zaman

Hiç habersiz tozu dumana katan
Dikenli dikensiz her dalda öter
Geceleri doğar gündüze batar
Tilki uykusuna yatıyor zaman

Bazen sağlamlıktır bazen sayrılık
Bazen soğuk bir yel ve bazen ılık
Bazen birleşmektir bazen ayrılık
Yanında giderken yitiyor zaman

------

BACIM

Açılan her zaman gül değil bakın
Kendini dikene alıştır bacım
Eline batınca şaşırma sakın
Buna sabır kılmak yetişir bacım

Neler almış gördün daha ne olur
Arayan ararken çok şeyler bulur
Yaşayan doğadan nasibi alır
Her adım bir sona varıştır bacım

Göremeyiz önde neler yatıyor
Ulusları birbirine katıyor
Ak kabuk içinde bir kuş ötüyor
İşte bu sesleniş oluştur bacım

Adsızın haline yaklaş ta bir bak
Yıkılsa da bendi suyu akacak
Dikeni gül diye seven çıkacak
Bunlar bıkkınlığa vuruştur bacım

------

GÜLENDAM

Yuvada yavrular gözünü açıp
Dil olanda geleceğim Gülendam
Doğa adlı sevda renklere geçip
Al olanda geleceğim Gülendam

Ak umutlar ilmik ilmik dokunsun
Hasret gözler yollarıma bakınsın
Bahar açan dallar yaprak takınsın
Bol olanda geleceğim Gülendam

Çoban bayırlara salsın sürüsün
Çayır çimen tüm çevreyi bürüsün
Yellerin önünde bulut yürüsün
Sel olanda geleceğim Gülendam

Sevda yol izlesin dursun kaçaklar
Dağ eteği yol kenarı çiçekler
Bakış açsın iştah açsın çiçekler
Bal olanda geleceğim Gülendam

Kara yazan hep sözcükler bozulsun
Geniş tülbent tel elekten süzülsün
Bekliyorum kol bağlarım çözülsün
Sal olanda geleceğim Gülendam

Kişi üzgün olur umutsuz olmaz
Boşu boşa koyar dolular dolmaz
Hayalde açılan öyle pek solmaz
Kal olanda geleceğim Gülendam

Sağılan süt kazanlarda karanda
Halk çayır yaylalara kuranda
Yıkan seller bitip taşkın duranda
Yol olanda geleceğim Gülendam

Adsız yüreklerde açan solmadan
Hasretin içine hasret dolmadan
Bel bükülüp kulak sağır olmadan
Gel olanda geleceğim Gülendam

------

TEK DÜDÜK

Sevda nasıl şeydir anlamak için
Uzun hasretleri tatmadan olmaz
İnsanın insanı sevmesi için
Bölüşük kavgası bitmeden olmaz

Başına konmaktır aynı çiçeğin
Yollar birlik olmalı özü gerçeğin
Yeşermesi için aynı çiçeğin
Toprağı toprağa katmadan olmaz

Hakk’ın türküsüne koşmalı sazı
Kardeşlik demeli kalede yazı
Haksıza haykırıp coşmalı bazı
Aynı günde bayram etmeden olmaz

Boşa çabalayıp yorulmayınız
Zorsuz kolaylara sarılmayınız
Ben Adsız ozana darılmayınız
Dünya tek düdükten ötmeden olmaz

------

GÜL İÇİN GELDİM

Umutlar yüklendim umut üstüne
Sevdalar söyleyen dil için geldim
Soğuklar esiyor yaprak kastında
Güvercin ağzında dal için geldim

Sağlam bentler kurar selleri keser
Hep başı boşların yolunu keser
Olumsuzluklarla suratı asar
Birbirini tutan el için geldim

Adımız Türk sürecektir şanımız
Al bayrağı bayrak yapan kanımız
Gündem birlik cumhuriyet konumuz
Adsızlar ömrüne yıl için geldim


------

HASRET ÇEKİYORUM

Yapık saçları okşayan
Yele hasret çekiyorum
Kıvrım geçli vadilerde
Yola hasret çekiyorum

Sele kapılan toprağa
Tırtıla yem olan bağa
Erken sararmış yaprağa
Bile hasret çekiyorum

Bulutlardaki akışa
Umut yitirmiş bakışa
Rengi yitirmiş nakışa
Çula hasret çekiyorum


------

HABER VER

Hasan Emmi zahmet olacak amma
Zırdan düşmüş eşeklerden haber ver
Mevsim geldi koç katımı var amma
Koçsuz kalan şişiklerden haber ver

Kocamadan gençliğini yitiren
Kaderin çölünde diken yetiren
Karın tokluğuna ömür bitiren
Kıl çarıklı uşaklardan haber ver

Bu yıl nasıl geçti mahsul oldu mu
Boş çuvallar tahıl tane doldu mu
İlçeliye daha borçlar kaldı mı
Boş kavuzlu başaklardan haber ver

-------

DÖNE

Halkı koyun sanan iribaşlara
Sormanın zamanı gelmiştir Döne
Kanat açıp leş arayan kuşlara
Sormanın zamanı gelmiştir Döne

Dine biçim verip halka satana
Alın terlerine viski katana
Elin gavuruna alkış tutana
Sormanın zamanı gelmiştir Döne

Haltlarını gizli yutturur sana
Kirli ellerini batırır kana
Ulusun malını yağma kılana
Sormanın zamanı gelmiştir Döne

Kardeşi kardeşe düşman edene
İşler iş eder duymazlar gene
Adsız’ın atını alıp gidene
Sormanın zamanı gelmiştir Döne

-------

TREN

Başını seversen acele etme
Döne’mden haber yok öldü mü tren
Dallarda oluşan o tomurcuklar
Daha açılmadan soldu mu tren

Yıllar düğüm düğüm geçmiş gölgeli
Durmadan esiyor hiçliğin yeli
Tünelden gördün mü garip bülbülü
Fırtınalar kanat yoldu mu tren

Hani düşler nerde izler mi şaştı
Hasretler hasretin içine düştü
Kinin yalımında çok ciğer pişti
Kargalar kuşumu aldı mı tren

Görmedin mi gözlerinde yaşını
Kırık kaşığını yavan aşını
Uykusuz gecede dertli başını
Dönüp taştan taşa çaldı mı tren

Mutluluğu bilmez çileye eşti
Yollar eğri çizdi yolları şaştı
Kıpırdamasa da çukura düştü
Seyrelmiş saçını yoldu mu tren

Çocuk makinesi saydılar Onu
Ahırda doğurup akıttı kanı
Tarlasız topraksız toprak insanı
Uzaklara bakıp daldı mı tren

Niye yağlamazsın paslı dingili
Niye sulamazsın açmamış gülü
Sende mi yitirdin doğduğun eli
Özün hasretle doldu mu tren

Beni ben yapıyor benimin dünü
Ölçmekle bulunmaz o neyin eni
Biliyorum üzdüm beklettim seni
Yüreğinde ağrı oldu mu tren

Yaşımla ısladım eski mendili
Gurbete koklattım açmamış gülü
Kireç tümsek yaptı felç etti beli
Gün indi ikindi oldu mu tren

Adım İbili’dir soyadım gurbet
Çevir dümeni de umutları öt
Köyüme uğrarsan benden selam et
Gözlerin arkanda kaldı mı tren

-------
KONUSU:  Ozan,  yazdıkların konusunu genelde  yaşanmış olaylardan alır.   3000 tane  şiiri var. Bu şiirlerden 600’e yakın serbest şiir.

Bir söyleşide şöyle bir anısını anlatır:  ''Babamın halası vardı, biz ona ebe diyorduk. Birinci Cihan Harbi sırasında halasının oğlu Muhittin Abi, Yemen’e gitmiş, Yemen’de kalmış. Köyyerinde tek başına kalan ebe'min ,   kulübemsi bir evi vardı.  Ben her güğn,   sabahları  getirirdim.. Anacağızım onu hiç yadırgamadan, rahatsız olmadan temizler, yedirir, karnını doyurur,   akşamları tekrar  götürürdüm. Akşam götürdüğüm zaman o bana yufka ekmeğinin içine (yağı vardı, tuzlu yağ)  yağı  ekmeğe sürer, dürüm yapar bana verirdi.

Ona şöyle bir şiir yazdım:''

Cılız dumanlar tüten bacası ve tepeden delikli evi vardı
Yemen yemişti biriciğini iç çeker anlatır ağlardı
Beli bükülmüş, çilenin kemirdiği parmaklarıyla
Çilenin insanıydı

Kızgın güneş soldurmuştu, meyvesizdi
Buram buram toprak kokan topraksız, toprak anasıydı
Sıla kokar ekmeğinde garibin
Çorbasında acıları ha kaynar
Hayal değirmeninde özlemler öğütür, yanar

Mesafeler hora teper
Zaman yumak yumak
Çözemez gayrı oturur ağlar
Gurbette gün doğar, sılada batar

geleceğim neslihan

Yuvada yavrular gözünü açıp
Dil olanda geleceğim Neslihan
Doğa denen suda renklere geçip
Al olanda geleceğim Neslihan

Çoban bayırlara salan sürüsün
Çayır çimen dağı taşı bürüsün
Yellerin önünde bulut yürüsün
Sel alanda geleceğim Neslihan

Sevgi yol izlesin dursun kaçaklar
Dağ eteği yol kenarı içekler
Bakış ağsın iştah açsın çiçekler
Bel alanda geleceğim Neslihan

Adsız yüreklerde açan solmadan
Hasretler içine hasret dolmadan
Bel bükülüp kulak sağır olmadan
Gel olanda geleceğim Nesliha

Ozana; ''Yayınlandı mı bu şiiriniz?'' diye sorulduğunda; '' Yok canım ne basılması. Benim bütün eserlerim duruyor. Basılanlar,  dişin içindeki  kırık kovuğu doldurmaz.'' diye cevap veriyor.
-----------------------------------------------------------
(1).  Annem,  Osmanlı kadını, yetişmiş, ağırbaşlı vakur bir kadın?  Bilgili, kültürlü ben annemden öğrendim her şeyi. Dili annemden öğrendim başta, yaşamı annemden öğrendim, hareketlerimin %99 una annem hakim. Bütün hareketlerime. Beni tam eğitti. Öğretmenden de öte öğretmen gibi eğitti. Ben bugün dilimi, dilimin bütün güzelliklerini anneme borçluyum. Annem çok iyi bir hanımdı, kültürlüydü, akıllıydı. Babam saftı, sefildi, terbiyeliydi, temiz adamdı ama annem kadar kültürlü değildi.
Annem köyün gözde hanımlarındandı. Becerikliydi. Düğünlerde esvabı annem biçerdi, makas ile.  Herhangi bir vatandaş 1-2 metre şalvarlık bez alır onu getirirdi, annem, biçerdi. Gömleklerini annem biçerdi. Annem çok becerikliydi.
Diğer kadınlar, teyzeler, halalar, komşular …? Onlar işte Anadolu insanları.

 (2) İlkokulu bitirdikten sonra iki yıl ara verdim. Babam beni Köy Enstitüsüne göndermek istemedi. Çünkü 20 lira maaşla ben ne iş göreceğim. Benim çiftim çubuğum meydanda kalacak diye düşündü ve ben de ona uydum. O itibarla iki yıl kaldım sonra kendime geldim uyandım. Dedim “yok bu böyle olmaz.” Geçtim gittim Köy Enstitüsüne 1945 yılında. 1946 Yılında Köy Enstitüsünde artık kalem elime almaya başladım. Öyküler yazdım, masallar yazdım, hikayeler yazdım hatta “İbili’ye  Mektuplar” 1948 yılında tamamlanmıştı. Yattı taa 1970 yılına kadar. 1970 yılında  bir yayınevi tarafından basıldı. Sonra 5 yıldan sonra, nice Alman Harbi yıllarının o kötü yılları, kıtlık yıllarını atlatarak Köy Enstitüsünü bitirdik. Öğretmen oldum. Memleketimde Tapkıran Köyüne verdiler. Hem Alevi hem de aşiret köyü, Kürt Köyü. Malatya ile Elbistan hududu arasında ama Elbistan’a bağlı bir köy. Orada kaldım bir yıl ama hastaydım, hastalığım yüzünden raporla ben ayrıldım oradan yeniden başka bir köye gittim. Karahöyük diye bir köye gittim. Karahöyük’te kaldım 5 yıl. 5 yıldan sonra Tepebaşı diye bir köye geldim. Orada evlendim.

Önce Pir Sultan Abdal’dan haberim yoktu. Karac’oğlan’ı biliyordum, Sürmeli Beyi biliyordum, ondan sonra Dadaloğlu’nu az biliyordum. Çünkü köye gelen çerçiler camekanlarının içinde onları satarlar biz alır onlardan okurduk. Şimdi Sürmeli Beyin
çingenelerin arasında kalışları falan okuduğum zaman etkilerdi beni. Sonra Kerem’in Sofu ile birlikte, hanlarda kalıp, kıştan yaza kadar kalıp, Aslı'ya eremeyişi, sonra Aslı'ya vardıktan sonra dişlerini çektirip dişsiz kalışı falan beni etkiliyordu. Ben zaten şeyi de oradan aldım da. Onları çok seviyordum onları çok okuyordum. Köy Enstitüsüne 1945’te gittim 1946 da köyde Köy Enstitüsünden kaptık, 1. sınıftayız daha memlekete izine gidiyorduk. İzinde Allah vermesin, yarına bayram, açlıktan kan kustuk. Ne yolda ekmek var ne bir şey. Alman Harbi yıllarının akabi. Kıtlık yılları. Köye gidiyoruz, ekmek vermiyorlar. Ben o perişanlığı, o sefilliği okulda bir duvar gazetesine yazdım. Yazı yazınca bütün okulun ilgisi toplandı bunun üzerine. Öğretmenler beni çağırdılar. Nasıl, sizin ora böyle mi, evet böyle şu bu derken ben dedim ha yazarsam millet duyuyor, ilgileniyor, ondan sonra başladım yazmaya ben zaten 1946’dan 1948’e gelene kadar İbili’ye Mektuplar’ı bitirdim.

Yaşar Kemal,  İbili diye beni sever, Mahmut Makal beni sever. İş yardıma geldiği zaman, yok. Ben zaten yardım istemiyorum. Ben köşeme, izzetime çekildim, oturuyorum arkadaş. Ama dediğim gibi 70 tane eserim var haberiniz olsun dolaplar dolusu, raflar dolusu eğer ölürsem ilgilenin derim. İlgilenin.

(3). Kimdir Anadolu insanı? Anadolu, anaların dolu olduğu memleket. Ama o analar başka analar. İstanbul’daki İzmir’deki analara benzemez. O analar daha değişik ana. O anaların dudakları yarık, parmakları, elleri nasırlı, topukları yarık o analar her şeyini çoluğuna çocuğuna adamış, ekmek, yemek pişirmek onun sanatı. Bir de işte kocasına bakmak. Hatta öylelerini bilirim ki, Anadolu kadını zavallı öyleleri vardı ki, budaklı değneği kapısının arkasına bırakırmış, ben de gördüm ama geç gördüm bunu, sonraları yetiştim, geldim. 'Kocam çiftten geldiği zaman veya bir yerden geldiği zaman canı sıkıntılı olduğu zaman değnek aramasın, beni döveceği zaman, buradan, kapının ardından değneği alsın beni dövsün' diyecek kadar fedakarlık gösteren bir kadın grubu. Saçını açmaz. Bağlar başını, ama bugünkü türban gibi değil tabi. Yalanı yok, zavallının. 4–5 çocuğu varsa işte tenceresine, koskoca kazanını koyar kapının önüne tezeği ile su ısıtır, çamaşırını yıkadıktan sonra çocuğunu avluda veya başka ahırın içinde o suyla yıkar, kocası gene öyle kendisi gene öyle… bir gün… geçer öyle. Bugün bu bitti mi, bir derece bitti, ama gene de o ruh hala devam ediyor. Yaşanıyor.

Babamın halası vardı biz ona ebe diyorduk. Birinci Cihan Harbi sırasında halasının oğlu Muhittin Abi, Yemen’e gitmiş, Yemen’de kalmış. Fakat o hanımın kulübemsi bir evi vardı, ayrı otururdu. Ben her zaman elinden tutar eve getirirdim. O yıllar bitti. Anacağızım, hiç yadırgamadan, rahatsız olmadan onu temizler, yedirir, karnını doyurur. Sabahleyin getirirdim, akşamleyin götürürdüm. Akşam götürdüğüm zaman,  yufka ekmeğinin içine (yağı vardı, tuzlu yağ)   yağı parmağıyla alır ekmeğe sürer, dürüm yapar bana verirdi. Yarına garanti etmek için, yarın da gelsin Ali Kemal beni götürsün, diye. O karının gözleri görmüyordu. Babama sordum da böyle dedi, sonra  ben ona ufacık bir şiir yazdım. Evi anlatıyorum.
Cılız dumanlar tüten bacası ve tepeden delikli evi vardı
Yemen yemişti biriciğini iç çeker anlatır ağlardı
Beli bükülmüş çilenin kemirdiği parmaklarıyla
Çilenin insanıydı
Kızgın güneş soldurmuştu meyvesizdi
Buram buram toprak kokan topraksız toprak anasıydı
Sıla kokar ekmeğinde garibin
Çorbasında acıları ha kaynar
Hayal değirmeninde özlemler öğütür yanar
Mesafeler hora teper
Zaman yumak yumak
Çözemez gayrı oturur ağlar
Gurbette gün doğar sılada batar


(4). Çocukluk rüyası, çocukluk koşuşturmaları, çocukluk hayalleri önemli. Prof. Dr. Cahit Tanyol’la bir söyleşi yaptım İstanbul’da. Seksenini geçmiş bir sosyolog, şair, yazar, profesör. Öyle bir etkisinde kalmış ki, bu şairimiz gün gün anlatabiliyor, gün gün çocukluğunu. Öyle bir çocukluktu ki diyor, bizim çocukluğumuz savaşların içinden çıkıp geldik. Günle, güneşle, ağaçlarla haşır neşir idi bizim çoçukluğumuz.. bulamıyorum arıyorum, diyor hala. 70 Yıldır çocukluğunu arıyormuş.
Şimdi Hotirinan diye bir şiirimi okuyayım orada göreceksiniz çocukluğumu.
Arkadaşlarım ve o tatlı  günler. Arkadaşlarımı hatırlıyorum. Birisi ölmek üzere (olan) Mıstık, birisi de Mehmet Ali Kambur, ağzı yere değiyor. Onlarla öyle haşır neşir, öyle çocuktuk ki... Kıraçlar vardı bizim köyde. Küçük Yapalak, Büyük Yapalak, Eldelek, Geçit, Çıtlık arasında büyük bir dalgalı arazi. Bahar geldiği zaman oraya gidiyorduk, Mıstık ile özellikle. Yuva belliyorduk. Yuvalar. Kuş, bir dikenli dalın tabanından kalkıyor, pırr uçtuğu zaman oraya varıyoruz, bakıyoruz ki orada bir yuva var. Yuvanın içine üç dört tane yumurta koymuş, kuluçkaya oturmuş. Böyle onları herek dikiyorduk ertesi gün gidip bakıyoruz civciv çıkmamış, 2. Gün çıkmamış, 3. Gün çıkmamış, 4. Gün birinden çıkmış, ikisinden çıkmış, üçüncüden çıkmamış, Mıstık,ı hala affetmiyorum. Şimdi yatıyor şeyde. Çıkmıyor diye yuvayı ayağıyla berbat etti hala küskünüm Mıstık’a. O bir, ikincisi gene her halde bana annem babam biraz daha itimat ediyorlardı, iyi bir ceket giymiştim. Onlar iştahla bakıyorlardı bana. Oturdum da bir gün ikisinin arasına, Mehmet Ali, ceketimin ucundan şöyle ovalıyor. Yani yumuşak mı sert mi? Buram buram kendi de istiyor. İstek akıyordu. İşte onlar beni insan etti. Bir ikincisi akşamın köpek ürümelerinde gurbetteki babamı hatırlarım.
Babam işe gidiyordu. O geleceği zaman içimizde öyle arzu belirmişti ki düşümüzde görüyorduk geceleri. Düşümüzde onun kucağına oturuyor, ondan öpücük alıyor, onu öpüyordum. Ama gelmiyordu. Her akşam, zaten gurbetçiler akşamları gelirlerdi köye. Geldiklerinde köpekler havlar, her köpeğin havlamasında babamızın geldiğini sanır dışarı çıkarız. "Aman Allah geldi geldi", köpekler havlar ama babamız yoktu. O itibarla köpek seslerine ben hala hayranım, hala severim köpekleri. Benim için dünyanın en güzel sesi akşam karanlığında köpek sesi.
Duyulmayan veya ürüyen bir köpeğin sesi benim yaşam (da yok).

(Eserlerime) köy konulu diyorlar, ne derlerse desinler, köy varolduğu sürece köyün de, konusu olacak bende o anlatanlardan birisiyim.

Ben büyük şehirdeki ağanın, büyük şehirdeki fabrikatörün, büyük şehirde bilmem kimin hayatını anlatamam. Benim anlattığım yaşamım o geldiğim o ortam, o ortamdaki o insanlar. O teyzeler, o halalar, o amcalar, o dayıları anlattım ben. Ve amacım da şu zaten. Bugünün eserleriyle bugünü yarına taşımak niyetim. Belge, benim eserlerim. Yarın için belge. Bilmiyorum, ben hayatta öyle şaşaya debdebeye alışmadım, görmedim, görsem de beni tatmin etmiyor, memnun etmiyor. Başka anlatamam elimden gelmez. Yani bana ille de şu karşı hedefi vuracaksın demeyin, demesinler vuramam. Benim kendime göre hedefim var oraya sıkıyorum orayı vuruyorum.

(5) Benim çiftim çubuğum meydanda kalacak diye düşündü babam. Ben de ona uydum. Ama uymamın sebebi de kızlar vardı, hoşuma giden kızlar vardı, onlara müptelaydım. O itibarla iki yıl kaldım sonra kendime geldim uyandım

 (6). (Alevileri) daha çok seviyordum. İlkokulu bitirdiğim Küçük Yapalak’a döndüm öğretmen olarak. Orada benim her sözüm yasaydı. Öğretmenlik öylesi yerde yapılır. Adamlarda Hz. Ali’nin, “bana bir kelime öğretenin bin yıl kölesi olurum,” felsefesi hakim vaziyetteydi. Öğretmenin elini öperler. Öğretmen başköşedir. Yerim baştı. Başta otururdum, hatta dedeler geldiği zaman gene ben en üst köşede otururdum.
Şimdi iki kardeş birbirini çekemiyorlar. Halkta suç yok. Yönetenlerde suç. Halk ikisinin de alın yazısı aynı. Alevi’yle Sünni’nin ikisinin de alın yazısı aynı, ikisi de aç kalmış, ikisi de açıkta kalmış, ikisi de savaşa gitmiş, cephede kalmış ölmüş. Oğlunu... çocuğunu kaybetmiş ama birileri harekete geçmiş hemen bunları bölmenin parçalamanın yollarını bulmuşlar. Nasıl bulmuşlar. Demişler Sünni’ye; senin kitabın var, dinin var, imanın var cennet senin hakkın. Alevi’ye dikkat et, diktiği giyilmez, pişirdiği yenmez denmiş. Onlar dövüşürken atı alan Üsküdar’ı geçmiş. Şimdi burada ki ikilik, parçalanma çok kötü bir şey ama Emeviler döneminden beri bu parçalanma devam ediyor ama bu olmamalı, bu olmamalı.

(7). Dedem de köyde hocaydı. Yani sıfatı hocaydı. Hoca yani. Öğretmen. Dedem hocalığı Sünnilerin  köyün de, değil de Demircilik köyünde, Alevi köyünde, yapıyordu.  Çocukları  okutuyordu.   Eski yazıyı okutuyordu o zaman. Dedeme Kara Hoca diyorlardı. Dedemin çok öğrencileri vardı. Şimdi hemen hemen sonu gelmek üzere bitti, onların hepsi öldü. (Çocukluğumda, Alevi Baba’larından) Evliya Baba’yı gördüm ben. Yaşlıydı. Çok yaşlı bir adamdı. Tam Alevi Kültürü hakimdi o adama. Bize anlatırdı, Aleviliğin ne demek olduğunu. Biz ondan dinlerdik, Ondan duyardık.
 Alevilerin Cem'i Küçük Yapalak’ta oluyordu, tabi.
Cem Evine almıyorlar Sünnileri. Beni de öyle kabul ediyorlardı. Çocuklardan öğreniyordum. Tanıdığım sevdiğim kişilerden öğreniyordum. Toplanıyorlarmış, güzel güzel sohbet ediyorlarmış. Kötü bir tarafları yok.
Dedeler oraya (köye) geliyordu. Küçük Yapalak’a geliyordu, Çıtlak’a geliyordu. Orada Cem’lerini yaparlar, nasihatlarını ederler. Ondan sonra hakkullahlar toplanır, bilmem ne işte, onlar yapılırdı.
(Köyümüzde) sebze  yetişirdi. Ama meyveye  pek merak yoktu. Birkaç tane ufak tefek bahçe vardı. Dut ağaçları, elmalar vardı.
110 hane (idi köyümüz).
Köyümüzde Cami vardı. 1950 Yılına kadar pek iyiydi halkın itibarı. Bilmiyorum camiye karşı ilgisiz demiyim de, nasılsa pek kimse kimseyi kınamazdı. Kılan kılardı, kılmayan kılmazdı. Abdestini alan alırdı. Ama şimdilerde, herhalde değişti sanırım.
Yani kılma yönünde, camiye devam yönünde.
Bizim köyle Küçük Yapalak 15 dakika mesafede. Küçük Yapalak büyük bir köy. Zaten Elbistan’da ilkokul kurulmuş ilk köy orası. Onların fikirleriyle bizim köyün fikirleri zıt değildi birbirlerine. Tam paralel giderdi. Birbirlerini severler otururlar, yerler, içerler, sohbet ederlerdi. Ama diğer köyler Küçük Yapalak’la öyle değillerdi. Sünni köyler. Zaten Elbistan Ovasında üç tane köy var. Birisi Demircilik, birisi Çıtlak bir tanesi de Küçük Yapalak. Diğer köylerin hepsi Sünni. Üç tane Alevi köyü var. Alevi ama onlar Türk Alevi. Koskoca ova Sünniler’in elinde. Öbürleri gerek Türk Alevileri, gerekse Kürt Alevileri pek kenara çekilmişler. Kürt Aleviler dağlarda kalmışlar. Ova ötekilerin elinde. Onlar biçer, onlar eker, onlar yer. Ta tarihi devirlerden beri böyle. Kimbilir belki Emeviler’den belki Yavuz’dan beri böyle olmuş. Bilemiyorum.
Evet. Afşin diye bir devlet kurulmuş, İsa’dan önce. Takyanuslar’ın öyle ki dini yok. Şimdi adamlara baskı yapmışlar. Kuvvetli baskı yapmışlar. Baskı neticesinde, yedi kişi, bir de köpekleri var Kıtmir diye, Emlihat, Kepiş Tatuş...  İsimlerini saymayacağım. Yedi kişi bir de köpekleriyle beraber gitmişler o mağaranın içine sığınmışlar, mağaranın içine girmişler. 309 Sene yatmışlar. 309 Sene. Tamam mı? 309 Sene sonra uyanmışlar, acıkmışlar. Demişler gidip yemek alalım, ekmek alalım. Bakmışlar devir değişmiş, şehir değişmiş falan. Ellerindeki sikkeyi götürmüşler, parayı sunmuşlar. Yemek istemişler. Adamlar bakmışlar bu para neyin nesi, bunlar kim, nerenin nesi, sıkıştırılmışlar, o zamanın zaptiyeleri tarafından. Yersin, yemezsin. Mağaraya girmişler. Mağaradan vurmuşlar ta Tarsus’tan çıkmışlar. Tamam mı? Tarsus’la Afşin’in arasındaki mesafe malum. İşte bu şeyde de var. Kur’an’da da var. Oraya Elbistan halkı giderler. Orada kurbanlarını keserler dualarını eder gelirler.

İNTERNETTEKİ CEM VAKFI  SİTESİNDEN YARARLANILMIŞTIR

-----------------------------------------------------------



-----------------------------------------------------------

Hiç yorum yok: