Sünbülzâde Vehbî dışındaki MARAŞ'LI DİVAN OZANLARI ile ilgili kayde değer bir bilimsel araştırma yapılmamıştır.
-----------------------------------------------------------------------
ASIL ADI: Asıl adı Mehmet’tir.
DOĞUMU: Sünbülzâde Vehbî, 1718 yılında Maraş’ın Bektutiye mahallesinde doğmuştur.
SOYU: Sünbülzâde Vehbi’nin dedesi Maraş'ın ünlü müftülerinden Mehmet Efendi, babası ünlü bilginlerden ve kendisi gibi şair olan Raşit Efendi'dir. Sünbülzade Vehbî, Maraş'ta 'Sünbülzadeler' olarak anılan ailedendir.
OZANIN İSMİ: Vehbi, Maraş’ta doğduğu zaman adının konulması rivayeti şöyledir: Babası Raşit Efendi, çocuk doğduğu zaman, Halep’te Nâiplik (1) yapan ünlü ozan Seyyid Vehbî’nin yanında görevlidir. Maraş’tan doğum haberi gelir. Bunun üzerine, baba, ünlü ozan Seyyid Vehbi’nin teklifi ile ozanın ismini yeni doğan çocuğa verir.
MAHLASI: Vehbi'dir. Vehbî, mahlasını ona hocası Ahmed Neylî vermiştir. Bu mahlastan önce, Hüsâmî mahlasını kullanmıştır.
ÖĞRENİMİ: Sünbülzade’nin çocukluğu ve gençlik yılları Maraş’ta geçer. Maraş’ta okur. Dedesi Maraş Müftüsü, babası ozan ve bilgin olduğundan mükemmel denecek seviyede bir öğrenim görür. Maraş’ta yeteri kadar ilim öğrendikten sonra ilmini geliştirmek için İstanbul’a gider. İstanbul'da müderris olur.
İstanbul'da devrin ileri gelen kişilerine kasideler ve tarih düşürerek yazdığı şiirleri sunarak ünlenmeye başlar.
KADI: Kadılık vazifesi ile Rumeliye gönderilir. Uzun müddet Eflak ve Buğdan da görev yapar, İstanbul’a döner. Sultan III. Mustafa zamanında kendisine Hâceganlık (2) tevdi edilir (1768).
İRAN ELÇİSİ
Sultan I. Abdülhamid devrinde İran’a elçi gönderilir.
İran’dan sonra Bağdat’ta görev yapar. Bağdat Valisi Ömer Paşa ile aralarında husumet oluşur. Vali, İstanbul’a Ozanı suçlayıcı bir rapor gönderir.
NEDİM İLE
ARKADAŞTI
Şairin Nedim'le dostluğu ve Nedîm'in adına yazdığı bir kasidesinin varlığı biliniyor. Vehbî: kaside, Nef'î - gazelde ise, Nâbî'nin etkisinde kalmıştır. Dîvân içerisinde çok sayıda manzum tarih bulunmaktadır. Bu tarihlerde dönemin yapılarıyla ilgili bilgi verildiğini ve Lâle Devri'ne ait olayların anlatıldığını biliyoruz.
OZAN
ARKADAŞLAR: Vehbî, Rodos kadılığı yapar ve Avusturya seferi sırasında ordunun kadı vekilliğine atanır. Ordu ile birlikte Edirne, Sofya ve Niş bölgelerinde dolaşır ve ardından 1788'de Eski Zağra kadılığı görevini üstlenir. Burada ozan arkadaşı Sürurî de kendisine kâhyalık görevinde bulunur.
SUÇLAMA: 1 - İran elçiliği sırasında Bağdat Valisi Ömer Paşa ile aralarındaki anlaşmazlık I. Abdülhamid'e ulaşır. Ömer Paşa'nın Padişaha ulaştırdığı olumsuz rapordaki yazılanlar korkunçtur: Vehbi’nin, içki içtiğinden, bir kadınla gayrı meşru ilişki kurduğundan, devletin çıkarlarına zarardan…(v.s.) bahseder. Bunun üzerine Vehbî'nin idamına karar verilir. Ancak çok yakın dostlarının kendisine önceden ulaştırdığı haber üzerine Vehbî, Yenişehirli Osman Efendi ile Raif İsmail Efendi’den aldığı haber üzerine gizlice Bağdat'tan İstanbul'a gider. Üsküdar’da bir dostunun evinde gizlenir ve Tanname kasidesini yazar. Bağışlanır. Ama yokluk ve zorluk başlar. Yedi yılın ardından, dönemin Sadrazamı Halil Hamit Paşa'yı yanında bulur. Önceki görevinden üç derece altta olan kadılık (Rodos) görevine döner.
SUÇLAMA: 2 - Eski Zağra'da görevli olduğu sırada arkadaşı Sürurî ile arası açılır ve onun yazdığı bir hiciv sonrasında Vehbî görevinden alınır çok kötü olaylar yaşar, hatta bir süre tutuklu kalır. Ancak dönemin Padişahı III. Selim'e sunduğu dîvan sonrası affedilir, önce Manisa'ya sonra Siroz'a kadı olarak atanır.
Olaya başka açıdan yaklaşım: Zağra’da kadılık yaptığı bir gün mahkemesi ve evi basılarak yağma edilir. Şahin Giray’ın idamında ısrarcı olması sonrası nedeniyle (büyük bir ihtimal) bu olay vuku bulmuştur. Baskını yapan Tatarlardır. Tutuklanır. Tutuklananlar arasında Vehbinin kahyası Sururi de bulunmaktadır. Kırk beş gün tutuklu kaldıktan sonra Edirne Bostancıbaşısının yardımıyla kurtulur. Sururi, yazdığı hicviye ile bu olayı aydınlatır. Zaman zaman da Vehbi’yi suçlamaktan geri kalmaz.
Sururi şöyle;
"İki hasmın birisi kafir ise
Mü’minun hakkın iderdi tebdil" der.
DÜŞKÜNDÜ: Kadına ve eğlenceye düşkünlüğü sebebiyle sürekli başı ağrıya girmiştir. Sünbülzade hayatı içinde; müderris, kadılık, edebiyatçık ….. gibi çok şey yapar. Şiirdeki becerisi onun birçok devlet görevine atanmasına yol açmıştır. Hâceganlık görevi de be nedenle verilmiştir. Edinilmesi çok güç olan bu sıfatı yedi sene taşımıştır.
SEFALETTEN
KURTULUR
Baskın olayından sonra görevinden alınır. 3. Selim’e kaside yazar yine amacına ulaşamaz. 3. Selim adına Divanını yazar ve saygı görür. 3. Selim döneminde, ömrünün en rahat yıllarını yaşar.
GÖREVLERİ
1. Rumeli kaleminde çalışırken kadılık görevine getirilmiştir. Dönemin ozanlarından arkadaşı Sürurî'nin 'Hezeliyyât' adlı yapıtında yazdığına göre Vehbî; Yaş, Bükreş, Eflâk, Boğdan, Siroz gibi yerlerde uzunca bir süre kadılık görevinde bulunmuştur.
2. Güzel yazı yazma ve anlatımdaki becerisi dikkate alınarak, kendisine devletin resmi yazışmalarını düzenleme görevi verilmiş, bu görevindeki başarısı sonrasında da, 1768 Rus Seferi sırasında mali işler sınıfına atanmıştır. Bu görevdeki yedi yılın ardından ve iyi derecede de Farsça bilmesi nedeniyle 1775 yılında I. Abdülhamid tarafından İran'a elçi olarak gönderilmiştir.
3. HASTA: Sünbülzade Vehbî'nin son Kadılık görevleri, Manisa, Siroz, Manastır ve Bolu'dadır. Bolu'dan sonra İstanbul'a dönen, ancak seksen yaşını da geçen ünlü ozan, nikris (mafsal romatizması) hastalığına yakalanır, yatağa düşer, gözleri görmez olur ve bilincini kaybeder. Vehbi, ömrünün son yıllarını böyle geçirmiş, yatalak halde sürdürmüştür.
ÖLÜMÜ: 29 Nisan 1809 tarihinde 90 yaşlarında İstanbul’da vefat eder. Tarihi kaynaklar, mezarının İstanbul Edirnekapı dışında olduğu üzerinde birleşirler, ancak yeri belli değildir.
Sağlığında, bir ara onunla düşmanlık çekişen fakat ölümüne tarih düşen Sururi’dir.
"Cennet olsun ruhuna
Vehbi Efendi’nin mekan "
ŞAKA: Sünbülzade Vehbi’nin fıkra, latife ve nükteleri de pek ünlüdür.
BİLGİSİ
VE SEVİYESİ
Klasik Doğu dillerinde bilgisi mükemmeldir. Türk çocuklarına Farsça’yı kolay öğretmek için, “Tuhfe-i Vehbi” ve Arapça’yı kolay öğretmek için, “Nuh-be-i Vehbi”yi yazmıştır. Bu manzum eserler medreseler kapatılıncaya kadar medrese öğreniminin ilk basamaklarında okutulmuş ve çok rağbet görmüştür. Oğlu Lütfi’ye öğüt vermek için yazdığı “Lütfiye” adlı mesnevisinde Nabi’yi taklit etmiştir. Ayrıca “Şevk-Engiz” adlı bir mesnevisi ve şiirlerini toplayan divanı vardır.
“suhan” redifli uzun kasidesi çok tanınmıştır. Şair, bu manzumesinde şiir sanatı hakkındaki anlayışını dile getirmiştir
EDEBİ KİŞİLİĞİ: Şiirde şekle önem vermiş, içeriği zayıf olan şiirler yazmıştır. Nabi ve Sabit’in etkisinde kalmış, Sabit'e nazireler yapmış, işrete düşkünlüğünü dile getiren şiirler yazmıştır. Açık ama kuru bir anlatım kullanmış, günlük olaylara yer vermiş, halkın atasözlerini, deyimlerini bolca kullanmıştır. Nedim gibi yazmaya çalışmışsa da Nedim kadar başarılı olduğu söylenemez. Muzip şiirleriyle ün salmış, bu şiirleriyle Eşref, Nevzen Tevfik gibi ozanlara örnek olmuştur. Ama tarih düşme konusunda başarılı örnekler vermiştir. Hicviyeleri yüzünden devlet görevinden zaman zaman uzaklaştırılmıştır. Vehbi, kendinden önceki Divan ozanlarını aşamamakla birlikte, belli bir seviye yakalayabilmiştir.
OZANLARIN
EN BÜYÜĞÜ
Vehbi döneminin “Sultanüş şuara”(3) sıdır. Belki bir Nâbi bir Nedim kadar büyük değildir ama yine de büyük. Bir dîvan sahibidir. Dîvan şiirine teknik yönden birçok şey kazandırmıştır. Vehbî, şiirde geçmişi aşamamakla beraber günü korumuş ve seviyeyi tutturmuştur. Şiire bilgisini katarak boşluklarını doldurmuştur.
Kimilerine göre; Nâbi’nin devamı, kimilerine göre de Sâbit’in devamıdır. Kendi ifadesine göre ise: Ozan Sâbit’in devamıdır. Zaten Sâbit’e de nazire yapmıştır. Vehbi şiirine, zevke olan düşkünlüğünü de girdirmiştir. Velhasıl Vehbi, lisana hakim, asrını doldurmuş, çok iyi nazire yapabilen, şiirin teknik yönüne vakıf büyük bir ozandır.
ESERLERİ
1. DÎVAN : III. Selim'e sunduğu ve 5732 beyitten oluşan bu dîvana Vehbî, Sünbülistan ' denilmesini istemiştir. Çünkü Sadi’nin divanına Gülistan deniliyor.
2. LUTFİYYE-İ VEHBÎ : Oğlu Lütfullah için yazdığı bir öğüt kitabı.
3. TUHFE-İ VEHBÎ : İran'daki görevinden dönüşünde yazdığı bu eser, 58 kıtadan oluşan, manzum bir (Farsça’dan Türkçe’ye ) sözlük.
4. NUHBE- İ VEHBÎ: III. Selim'e ithafen yazdığı Arapça-Türkçe manzum sözlük.
5. ŞEVK-ENGÎZ: Kadın ve erkek güzelliklerini yansıtan mesnevi tarzında bir çalışma.
6. MÜNŞEÂT: Bu eserin büyük kısmı, şairin de bir beytinde belirttiği gibi, bir yangın sonrası yok olmuştur.
---------------------------------------------------
2 şiiri
Yād idüp Allāh'ın ismin ideyim bed’-i kelām
Hem Resūlu’llāha olsun ṣad salātile selām
Hem dahi ezvācına evlādına ashābına
Hem dahi ensār muhācir hem dahi etbā’ına
Arż-ı ḥācāt hem münācāt ideyim Raḥmānıma
Dahi pend ü nush ideyim ahbābıma ihvānıma
Raḥmet ü maġfiretini isteyüp idem niyāz
Cürmümüz ’afv ide her dem luṭf ide ol bî-niyāz
Hem tażarru’ ideyim sübḥānıma sultānıma
Kāl ile hem hāl ile yalvarayım cānānıma
Sādıkîniñ hālini ihvānıma kılam beyān
Tā teşebbüs ideler ezyāline her hîn u ān
Hak buyurdı sadıkın ile ma’iyyette oluñ
Anlara teslîm oluban vuslatın yolun bulun
Ozanın İran
intibalarını
yansıtan güzel
bir gazeli şöyledir
Bahş eyledüm İrânı ben hâl-i ruh-ı cânâneye
Şirâz u Keşmîr ü Hoten olsun fedâ bir dâneye
Tasvîr-i hûbân-ı Acem revnakda dârü’s-sanem
Şâyeste teşbîh eylesem her şehri bir büt-hâneye
Bâzîgerân-ı Kâbili câdûveşân-ı Bâbili
Bî-hûş ider cân u dili efsûn okur peymâneye
Her çifte perçemli püser bir şâl-i sürh etmiş be-ser
Sevdâsı etmez mi eser seyr eyleyen dîvâneye
Gerçi Irâk u Isfahân olmuş makâm ı âşıkân
Hûbân ı Âzerbâycân pek âşinâ bîgâneye
Seyr etdüm Isfahânını çok sürmeli hûbânını
Sad âfet i Kâşânını celb eyledüm kâşâneye
Devr eylemekde câm ı Cem bu keyfle gamdan ne gam
Raks ı civânân ı Acem cünbiş verür mestâneye
Gîsûları sünbül gibi ruhları açılmış gül gibi
Âşıkları bülbül gibi âteş bıraksun lâneye
Ey şâh ı iklîm i cemâl ilçiye yok durur zevâl
Vehbî ider fikr i visâl emrün ne o ferzâneye
-----------------------------------------------------------------------
AÇIKLAMALAR
(1) Naip: Padişahın yokluğunda veya yetersizliğinde (çocukluğunda, tecrübesizliğinde) ülkeyi yöneten, çekip çeviren, danışman, akil kişi.
(2) Hacegan: Osmanlılar zamanında devlet dairelerindeki yazı işlerinin başında veya defterdarlık, nişancılık gibi vazifelerde bulunanlara verilen sivil bir rütbe.
(3) Sultanüş Suara: Şairler Sultanı, şairlerin en
büyüğü.
-----------------------------------------------------------------------
-----------------------------------------------------------------------
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder