İlahiyatçı -
Edebiyatçı
DOĞDUĞU YER : 1957 Yılında Maraş’ta
doğdu.
EĞİTİMİ : 1969 Yılında ilkokulu, 1976 yılında
Maraş İmam Hatip Lisesini ve 1981
yılında da A. Üniversitesi, İslami
İlimler Fakültesini bitirdi.
Tahsil döneminde, okul dışındaki bir çok ilim
adamından dersler aldı.
EDEBİ HAYATI : Şiirleri ve yazıları mahalli ve ulusal
yayın organlarında yayınlandı.
Radyo ve Tv programları yapmaktadır.
ASKERİ HİZMETİ : Askerliğini, 1982-1983 Yıllarında
yedeksubay olarak İstanbul’da yaptı.
BAŞARISI: Diyanet İşleri Başkanlığının Müftülük ve
Vaizlik sınavını kazandı. Hizmet öncesi ve hizmet içi birçok seminerlere
katıldı.
YABANCI DİLİ : Arapça.
GÖREVİ: Değişik il ve ilçelerde Müftülük ve Vaizlik
görevlerinde bulundu.
Son olarak Bitlis Müftüsü
sıfatıyla görev yapmaktadır (Mart / 2013).
EDENİ HALİ : Evli ve 3 çocuk
babasıdır.
-----------------------------------------------------------------------
bir şiiri
ESHÂB-I KEHF KISSASI
Roma devri, Dakyanus’un zamanı,
Putperestlik kaplamıştı her
yanı.
Zâlim kıral hiç bilmezdi,
amanı.
Eşrâfın o nâzenîn
oğulları
Doğru Yola erişince, bir gurup
Kınadılar, durumunu hor
görüp
Hak adına, tehlikeli, şer
görüp
Terkettiler, zînet, şan ve
pulları
Bu gençlerdi, o milletin seçkini
Hak Dâvânın, dönmez serden
geçkini
Köpürdü tâğût’un öfkesi,
kini
Neden, ayrılmıştı, doğru
yolları
Efsus’luydu bu yağızlar bu koçlar
Ünlerinden sarsılırdı hep
burçlar
Didik, didik aranırdı en
uçlar
Yakalanıp, bağlanmaya
kolları
Arzoldular, cânî’nin huzuruna
Parıldayan îmanları
uğruna
Çağrıldılar, fitne, fesat
çığrına
Korkutulup, efrad-ı
iyalları
Şunu dedi, onların her birisi
“Rabb’imiz var, boştur O’ndan
gerisi”
Hiddetlendi, sırtlanların
irisi
Dedi:“Hemen terk edin
hayalları”
Yâr-ı Ğârlar, o beldeden göçtüler
Sevdâlanıp, mansıplardan
geçtiler
Köşk yerine, mağarayı
seçtiler
Şerîflerin nâzenîn
oğulları
Aldılar hem, bu cihânda âferin
Müsteân’a açarak
sînelerin
Daldılar bir uykuya ki, çok
derin
Gıdâları mâverânın
balları
Kâfirler de, dağa kadar geldiler
Mağara önünde dona
kaldılar
Kapatarak gûyâ hayıf
aldılar
Ne bilsinler ordaki
ahvâlları
Tam üç asır uyuyup, uyandılar
Bir gün, ya bir gece geçmiş
sandılar
Birileri, tekrar şehre
indiler
Âyân oldu halka, gizli
halları
Şaşmış idi, gördüğüne görenler
Hesapsızdı, merak edip
soranlar
Mûcizeydi, âşikâre,
olanlar
Kur’ân’dadır kıssaları,
kâlları
En sonunda mü’min olan bu kıral
İletildi O’na da, olan bu
hâl
Dileyip, Yaratan’a yoktur
muhâl
Donatan O, kupkuruyken
dalları
Hep berâber, mağaraya gittiler
Erenlerin dergâhına,
yettiler
Hasret ile çok muhabbet
ettiler
Görmeğe değerdi
hasbihâlları
Ey yârânlar, bu kıssanın hıssası
Allah vardır,çekin ahret
gussası.
İMRAN HOCA söyler, sözün
dahası,
Aldatmasın mâsivânın
alları.
-----------------------------------------------------------------------
bir makalesi
AŞURE GÜNÜ
Aşure günü, kameri (Hicri) takvime göre muharrem
ayının onuncu gününü ifade eder. Bu günde tutulması tavsiye edilen oruca da
“aşure orucu” denir. Tüm Sâmî dinlerde özel bir yere sahip olan “aşure günü” nün
tarihi çok eskidir. Hatta Hz. Nuh’a kadar dayandırılmaktadır. Bu gün, yani aşure
günü, tarih boyunca ve çeşitli milletlerce kutlana gelmiş olan bir
gündür.
Peygamberimiz (S.A.V) Medine’ye geldiğinde
Yahudilerin aşure gününde oruç tuttuklarını görünce, bu orucun ne için
tutulduğunu sormuş. Yahudilerde, bu günün büyük bir gün olduğunu, Allah’ın Hz.
Musa ve İsrailoğullarını düşmanlarından bu günde kurtardığını ve Musa (A.S)’ın
bu sebeple bu günde oruç tuttuğunu, kendilerinin bu günde oruç tutmalarının da
bundan kaynaklandığını söyleyince, Peygamberimiz:” Ben Musa’ya sizden daha
yakınım” buyurmuş ve bu günlerde oruç tutulmasını emretmiştir. (İbn-i Mace,
Siyam 41)
Aşure orucunu cahiliye döneminde Arapların tuttuğu ve
Hz. Peygamber (S.A.V)’in de Ramazan orucunun farz kılınmasına kadar bu orucu
tutmayı emrettiği rivayetleri de vardır. (Müslim, Siyam, 116). Daha sonra
Ramazan orucu farz kılınınca aşure orucu tutulması tavsiye edilmiş ve bugün oruç
tutmak sünnet olarak devam etmiştir. Ancak sadece o günde oruç tutulması doğru
görülmemiş, mekruh sayılmış, bunun yanında bir önceki veya bir sonraki gününde
oruçlu geçirilmesi mesnun görülmüştür. Yani sünnet olarak kabul
edilmiştir.
Öte yandan, Hz. Hüseyin’in Kerbela’da şehit edilmesi
muharrem’in onuncu gününe (Hicri:61/miladi 1-Ekim-680) rastladığı için, aşure
günü İslam tarihinde acı bir olayı hatırlatan bir gün özelliğini de
taşımaktadır. Bir kısım Müslümanlar arasında, muharrem ayında ve özellikle bu
ayın onuncu gününden itibaren aşure adı verilen bir tatlı (çorba) pişirilerek
dağıtılması geleneği, hayır işlemek ve gönül almak için güzel bir vesile
olagelmiştir. Bu tür uygulamalarda-dinde bir dayanağı bulunmadığı sürece-bir
matem veya kutlama niyeti ve şeklinin bulunmamasına dikkat edilmeli;
İslamiyet’in daima teşvik ede geldiği hayır-hasenat işlemek için, dinde oruç
tutulması tavsiye edilen böyle bir günün iyi vesile sayma niyetinin dışına
çıkılmamalıdır.
--------------------------------------------------------------------------
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder