http://sairlermaras2.blogspot.com.tr/

29 Eylül 2014 Pazartesi

DİRGEN ALİ

KİMDİR:  Afşin'in kadın Ozanı Dirgen Hatça'nın   eşi, Ozan 
Dirgen İsa Binboğa'nın  babası ve ozan Mehmet Binboğa'nın dedesidir.                   
Bu yazının oluşumuda, Araştırmacı Yazar SIDDIK DEMİR’İN “DİRGEN ALİ” ismli kitabından kısmen yararlanılmıştır.               
        
DOĞUMU: 1878 Yılında Afşin’de doğdu.

YAŞADIĞI DÖNEM:      Osmanlı’nın son yılları ile  Cumhuriyet’in ilk yıllarında yaşadı ve Birinci Dünya Savaşını, Kurtuluş Savaşını gördü.

KAHRAMAN: Eşi Ozan Hatça’nın Dirgen Ali için yazdığı ağıtlar AVŞAR oymakları ve başta Aşık Mahzun-i Şerif’in (*) olmak üzere türkülerine konu oldu, videolar yayınlandı. Böylece Dirgen Ali destanlaştı, kahramanlık öyküsü genç nesle ulaştı.

Dirgen Ali, her zaman ezilenden yana olan, mazluma sahip çıkan yiğit bir kişidir.

SOYU: Norşun köyüne yerleşen Fakı (Dirgen Ali’nin babası) bekârdır. Fakı köyün imamıdır. Fakı ile köylü arasında ilişki oldukça iyidir. Köylü Fakı’yı köyden bir kızla evlendirirler. Bu evlilikten Durdu adlı çocukları dünyaya gelir. Bir müddet sonra, köyde Fakı’nın eşi hakkında “namusa yönelik” dedikodular başlar. Fakı, bir gün evde başka bir erkekle yakaladığı eşini öldürür, adamı da yaralar. Elbistan Kadısı tarafından yargılanan Fakı, beraat eder. Fakı Elbistan’da arkadaşı terzi Muhammed Hafız’a başından geçenleri anlatır ve evlenmek istediğini söyler. Muhammed Hafız’ın 3 bekâr kızı vardır. Hafız, kızlarına Fakı’dan bahseder, evlenmek isteyip istemediklerine dair rızalarını sorar. Hafız’ın küçük kızı Eşe: “Her insanın başına iş gelir. Baba izin verirsen, namusuna düşkün olan bu adamla evlenmek isterim” der. Fakı, Hafız’ın küçük kızı Eşe ile evlenir ve  Norşun’a getirir. Eşe, köyün ebesidir, köydeki çocukların çoğunu o doğurtmuştur. Bu yüzden Eşe köyde sevilen bir kadındır. Bir süre sonra, terzi hafız ölür. Fakı, Hafız’ın kızlarına ve oğullarına sahip çıkar, yanına alır, Norşun’a getirir.
Fakı - Eşe evliliğinden 4’ü erkek, 1’i kız olmak üzere 5 çocuğu dünyaya gelir.
Fakı’nın ilk evliliğinde başından geçen olay nedeniyle, hasımları Onu Hunu değirmeninde öldürür. Fakı öldüğünde Ali henüz 6 aylık bebektir. Fakı’nın katili Hatay-Payas Cezaevinde yatmaktadır. Fakı’nın eşi Eşe, para ile Onu cezaevinde öldürtür.

ALİ: Ali, zayıf bünyeli ama gözü kara bir gençtir. Arkadaşları Ona “Dirgen” derler. Dirgen Ali, 18 -20 yaşına geldiğinde anası onu Hunu ağasının kızı Emine ile evlendirir. Bu evlikten Abbas ve Hayriye adlı çocukları dünyaya gelir.

GÖÇLER KARŞILAŞTI: Bir yaz, Yağlıca’da Çağsak Köyü Ağası Hasan ile Dirgen Ali’nin ailesinin göçü karşılaşır. İki göç aynı anda pınarlara yönelince ortalık karışır. Ali’nin ağabeyi Halil sopa darbesi ile yıkılır. Bu esnada Dirgen Ali, Hasan Ağanın ahraz oğlunu öldürür. Ali, kaçarak Kerevin Köyüne Hamit Ağa’ya sığınır. Kerevin, dağlık, Sivas sınırında bir köydür. Hamit Ağanın, Hacce (**) adında 17 yaşında bir gelini vardır. Hacce, Maravuz Köyünde Kalenderlerdendir. Hacce ağabeylerinin densizliği nedeniyle, kan karşılığı olarak Hamit Ağanın oğluyla evlendirilmiştir. 17 yaşındaki Hatça, Ali’ye vurulur, âşık olur. Hatça, Ali’nin de hoşuna gider ama Ali “nankörlük etme” diyerek nefsine hakim olmaya çalışır. Sivas müfrezesi, Kerevin’de Ali’yi yakalar. Ali yakalandığında,  Hatça; “Seni bekliyorum” der.

Ali, Sivas Paşası, Reşit Akif Paşa’nın maiyetinde 2 yıl geçirir. İki yılın sonunda tahliye olur.

Ali tahliye olur olmaz, Kerevin’e Hamit Ağa’ya misafir gider.  Gece, Hatça’yı alıp ovaya iner. Neticede, Hamit Ağaya 150 koyun ve 50 büyükbaş hayvan verilerek sulh sağlanır.
Ali ile Hatça’nın evliliğinden:  Zülfiye, Muhammed, Fakı, Dudu, Ayşe, Nazife, Aslan, Hasan ve İsa  dünyaya gelir.

Ali,  çevrede ünlenir. Ali’nin ününü duymayan kalmaz. Maraş’tan Hacıbebeklerin Reisleri Hüseyin ve Hasan, Kadıoğlu Ahmet Efendi Ali’nin dostlarıdır.  Ali’den habersiz bir iş yapılmaz olur. Bir gün, Hunu’dan,  “Gök Omar’ın Hacı” adlı yaşı geçkin birisi Ali’den habersiz evlenmeye kalkışır. Ali, buna çok kızar. Ali ile Hacı kavga eder, ikisi de yaralanır. Hacı şikayetçi olmaz ise de, Ali tutuklanır. Bölgedeki faili meçhul olaylar da Ali’ye yüklenir. O zamanlar idare merkezi Hatay’dır. Hatay’dan Mürseloğlu Mustafa Paşa 50 kişilik müfreze göndererek Ali’yi Hatay’a getirtir. Ali, Hatay’da Paşa’nın çocuklarına at biniciliği ve atıcılık öğretir. Sonunda tahliye olan Ali Norşun’a döner.

---------

Konya Medreselerinde okuyan Menzoğlu Ahnet’in ünü yaygındır. Ali de, bacısı Fatma’nın oğlu Ali Haydar’ın Menzoğlu gibi medresede okumasını ister. Aile aralarındaki müşavereden sonra Ali Haydar'ın öğrenim için Konya’ya gitmesine karar verilir. 

Ali, İncirli Köyü’ndeki çiftliği ile ilgilenir, kavgadan uzak durur. O dönemde Binboğa Dağlarında eşkiyalar vardır. 5 jandarma katili Türkçayır’ı Köyünden Gıcanoğlu Hasan ile Çağsak Köyü’nden Rasko adlı eşkiyalara karşı Ali jandarma ile işbirliği yapar. Gıcanoğlu Hasan yakalanarak idam edilir. Rasko’yu da Ali öldürür.

Bölgenin asayişinden sorumlu Fındıklı Köyünden Yüzbaşı Aslan Bey, Ali’ye “kimseyle uğraşma. Zeytin Ermenileri hazırlanıyor. Gücünü kendi dininden olan insanlara karşı kullanma” der.

Dönem, Tanzimat dönemidir. 

Bir müddet sonra Zeytin, Fınız, Fındacık, Yenicekale Ermenileri ayaklanır. Ermeniler tehlike olmaya başlar. Ayaklanmayı Urfa’dan Albay Galip Bey, bastırır. Ermeniler, güneye sürülür. Dirgen Ali, Fındıklı ve Çardak üzerinden Zeytinli’ye ulaşır.

Ali’nin yeğeni Ali Haydar, konuşmalarında Atatürk’ü ve arkadaşlarını sert dille eleştirmektedir.

Ali, dostlarını görmek için, Maravuz Köyünü ziyaret eder. Maravuz’da Demirci Halil’in evinde, Haşim Ağa, kardeşi Fakı, Sarızlı Bakı Hoca, Menzoğlu Ahmet ile görüşür. Menzoğlu’nun konuşmalarından oldukça etkilenir.

 Menzoğlu şöyle konuşmaktadır;

“İnsanların en büyüğü, en yüksek yerdeyken alçak gönüllü olanı, kudret sahibi iken bağışlayan ve güçlü olduğu vakit adil davranandır.”

“Bülbüller ötmeye başladığında, kargalar susar.”
“Bildiğini bilmeyen uykudadır, uyandırın.”

“İnsanların çoğu kaybetmekten korktuğu için, sevmekten de korkuyor. Kendisini sevilmeye layık görmediği için, sevilmekten korkuyor. Sorumluluk gerektireceği için, düşünmekten korkuyor. Eleştirmekten korktuğu için, duygularını ifade etmekten korkuyor. Gençliğinin kıymetini bilmediği için, yaşlanmaktan korkuyor. Dünya’ya bir şey veremediği için, unutulmaktan korkuyor.”

“İman sahibi az konuşur, çok iş yapar. Münafık ise çok konuşur, az iş yapar.”

Menzioğlu’nun konuşmalarından etkilenen Ali olanları eşi Hatça’ya anlatır ve: “Geç kaldık. Millet bizi sürekli elinde kınından çıkmış kılıç varmış gibi görüyor” der.

*
Konunun daha iyi anlaşılması için; Dirgen’in yaşamına rast gelen Çanakkale Savaşı ve sonrasındaki sıkıntılı savaş yıllarından, özellikle de kendisini içinde bulduğu Maraş Savunmasından özetle söz edelim.

*

BÜYÜK YAZAR HALİDE NUSRET
ZORLUTUNA, “BİR DEVRİN ROMANI”
ADLI ESERİNDE İLGİNÇ KONULARA DEĞİNİYOR.  

AÇ TOPRAKLAR

“Çanakkale’nin aydın Türk çocuklarını yutmakta olan aç toprakları, nasılsa bu aslan yapılı, duygulu, kültürlü çocuğu yutmaya kıyamamıştır.

( BÜYÜK YAZAR HALİDE  NUSRET ZORLUTUNA, "yutmaya kıyamamıştır." demekle, Çanakkale Savaşı sonrası İstanbul’da nişanlandığı ancak memleketinin işgali ile Maraş’a dönen, yüz binlerce aslan yapılı gençlerin yalnızca birinden yani nişanlısı Bayazıtoğlu Muharrem’den söz ediyor.)

İNGİLİZLER MARAŞ’I
NEDEN TERKETTİLER

İngilizler, Mondros anlaşması gereğince, bazı Anadolu illeri ile beraber Maraş’ı Fransızlara bırakarak petrol bölgelerine doğru gittiler.
Fransızların gelmesiyle beraber Ermenilerin davranışları dayanılmaz oldu. Çünkü, Fransızlar ordusunda çok fazla Ermeni olduğundan, Fransızlar,  Ermenilerin sözüne göre hareket ediyorlardı.
Sivas ve Erzurum’dan tüzükler gizlice getirtilerek Maraş Mudafa i Hukuk Cemiyetinin ilk Şubesi Kayabaşı Mahallesinde kuruldu. Kurucular arasında Mustafa Kuşçu’da vardı. Cemiyetin Başkanlığına: Nafaa Müdürü, Abdullatif Bey, katipliğe ise: Tapu Başkatibi Faik Bey getirildi.

MARAŞI PAYLAŞTILAR: Çanakkale Savaşı sonrası İstanbul’da, Maraş’ın Fransızların payına düştüğünü duyunca, sevgisini ve kadın şairlerin anası diye ünlenen  sevdiği kızı İstanbul’da bırakarak Maraş’a geldi. Bu kişi, Bayazıtoğlu Muharrem’di.


GUVARNÖR KİMDİR:   Fransızların Acemi ve uçarı komutanı.  Cebel-i Bereket (Osmaniye) komutanı Andre, “Goueveneur ” sıfatıyla Maraş’a atanır.
Ermeniler Andre’yi parlak bir törenle karşılar (26 Kasım 1919) önceden hazırladıkları büyük bir Fransız bayrağını açarak “Yaşasın Fransa, Yaşasın Kilikya” sloganlarıyla ortalığı yıkarlar. Ermeni kızları zafer şarkılar söylerken, yeni yetme kopiller Türklere küfür yağdırırlar.

"MARAŞ BİZE MEZAR OLMADAN DÜŞMANA GÜLZAR OLMAZ” Bu sözü söyleyen, Sıdık Demir’in romanına göre Sütçü İmam’dır. Ben (akn) araştırmalarımda, bu anlam yüklü ve Maraş Savaşının, dolayısıyla Türkiye Savaşının başlamasına ve KURTULUŞA neden olan bu sözün  Aşıklıoğlu Hüseyin’e ait olduğunu saptadım.

SESSİZLİK / GERGİNLİK: Guvernör ve adamları rahiplerin söylediği marşlarla Maraş’a girerler. Jandarma Bölük Komutanı Mahmut Bey, Andre (GUVARNÖR) ile tercümanından başkasını hükümet binasına almaz.
Guvernör Andre, Mutasarrıf Ata Bey’le bir müddet görüşür. Guvarnör ilk olarak kaleden Türk Bayrağını indirtmeye kalkar. Ancak Ata Bey,  geri adım atmaz.   Komutan eli boş döner. 
Fıransız komutan için bu büyük bir yenilgidir. Yenilgiyi içine atamayan Andre, Kentin ileri gelenlerini, Kadir Paşa Konağına çağırır. Maraşlılar Boğazkesen Camii’nde toplanır ve bu davete icabet etmeme kararı alırlar. Guvernör buna hırslanır. Tehditvari hareket eder ve toplantının, cumartesi günü Belediye binasında yapılmasını emreder. Bağırır çağırır.
Fransız Komutan Guvernör Andre Kenti denetlerken Nakıp Camii yakınlarında Aşıklıoğlu Hüseyin’in adındaki gençle karşılaşır.

Komutan ile  Aşıklıoğlu Hüseyin’in   arasında özetle şu konuşma geçer:

Guvernör Andre
"-Bir bez parçasından başka bir şey olmayan bayrak  için dün bu kadar gürültü yaptınız. İstesem hepinizi yok edebilirdim, yapmadım. Yarın top tüfek kullanacak olursam ne yaparsınız? Çoluk çocuğunuza acımıyor musunuz?"

Aşıklıoğlu Hüseyin
"-Ben anamdan doğdum, kalede bayrağımı gördüm. Ölünceye kadar da göreceğim. Biz bütün Türkler böyleyiz. Onu görmemek için ya kör olmak ya da ölmek lazım. Kör değilim. O halde onu görmezsem öldüm demektir. Hem bilir misiniz, bayrak için ölmek bizde şehit olmaktır ve en büyük şereftir. Yalnız ben değil, küçük-büyük, kadın-erkek bütün Maraşlı, her cuma sabahı uyanınca ilk önce kaleye bakar, bayrağımızı görürüz. Yaşadığımızı anlara ve Allah (CC)'a şükrederiz. Sen bizi topla tüfekle susturacağını sanma. Bir gün senin silahlarınla karşılaşacak olursak, biz çoluk çocuğumuza top tüfek sesi duyurmayız. Önce, evlerimizi, sonra da şehri ateşe veririz Arkamızda bekleyenimiz, ağlayanımız kalmadıktan ve şehir kül olduktan sonra da karşınıza  dikiliriz. O zaman istersen bütün dünyanın silahlarını getir, bizi ölümle korkutamazsın.

Guvernör Andre Aşıklıoğlu'na verecek cevap bulamadı, oradan çarşıya indi.

-------

MİLİTAN KIZ / HELÂNA

Guvernör Andre, Hırlakyan’ın torunu geleceğin Ermenistan Prensi Osep'in kızı (tarifi imkansız derecede  güzel bir kız)  Helena’yı dansa davet eder. Militan kız;   Maalesef mösyö, diye Guvernör Andre'yi geri çevirir.  reddeder.
--------
27 Aralık 1919  - Ermeni liderlerinden Hırlakyan’ın evinde, yemekli toplantı düzenlenir.  Yemekler yenir, kadehler kalkar. Şarkılar söylenir, şehvet verici kahkahalar Andre’ ve adamlarını mest eder.  GUVARNÖR’ün işaretiyle balo başlar.  GUVARNÖR,  ortaya çıkar. Müziğin susmasını işaret eder. Orkestra susar.  Önce,  Ermenileri öven bir konuşma yapar. Sonra,  herkese iyi eğlenceler diler ve Agop Hırlakyan’ın torunu geleceğin Ermenistan Prensi Osep'in  tarifi imkansız derecede  güzel olan kızı Helena'yı  dansa davet eder.
Militan kız;  "Maalesef mösyö, sizinle dans edemeyeceğim için üzgünüm, zira kendimi hâlâ esir ve aşağılanmış görüyorum. Kalesinde Türk Bayrağı dalgalanan bir memlekette Fransızların hâkim olduğunu, bizim özgür bir biçimde yaşadığımızı kim iddia edebilir", der.
Baş döndürecek kadar güzel bir kız olan Helena tarafından reddedilmek Andre’yi düşündürür. Aşağılanmış olduğu düşüncesi içinde yer eder. Guvernör,  haykırır;  “O bayrak indirilsin!” diye bağırmaya başlar. Askerler kaleye koşarken, güzelliğinin tarifi imkânsız Helena kendini Andre’nin kollarına atar. Orkestra çılgınca çalar, içkiler su gibi. Herkes dansta.  

KARA GÜN /AK GÜN

28 Kasım 1919 Cuma sabahı Maraşlının en kara sabahı olur. Kale burcunda bayrağını göremeyen Maraşlılar adeta yıkılırlar. Kısakürek ailesinden Avukat Mehmet Ali Bey (büyük yazar), kalenin karşısındaki evinde hasta yatmaktadır. Her gün dalgalanan bayrağı göremeyince kaleme uzanır, yazdığı beyannameyi kopya ederek, Ulucami, Çarşıbaşı Camii, Sarayaltı Camii ve Arasa Camii’nin görülebilecek yerlerine asarlar. Cuma namazına gelenler çok heyecanlanırlar.

-------

CUMA VE ÖZGÜRLÜK

Ulu Camideki Tarihi Konuşma
O gün,  Ulucami her zamankinden daha kalabalıktır.
Ezan vaktidir.
Sünnetler kılınır.
Rıdvan Hoca  düşünceli,
minbere çıkar,
“Benden hutbe okumamı beklemeyin” der, “özgür olmayan bir millet Cuma Namazı kılamaz!”

Herkes tedirgin.

Şerbetçioğlu Mehmet “Sancağı çıkarın” diye bağırır. Halk, minberdeki sancağı kaptığı gibi dışarı çıkar, yönleri  kaleye doğrudur.  Tekbir  sesleri  daha önce ulaşır  kaleye. Fransız askeri, silahlı bir çatışmayı göze alamaz, arka kapıdan kaçarlar. Zalhocaoğlu Osman bir kenara atılan Türk Bayrağını hürmetle öpüp başına koyar “Allahuekber!” diyerek yerine asar. Birkaç el silah atarak bayrağı selamlar ve dönüp namazlarını kılarlar.

KONAKTAKİ TOPLANTI:  Çanakkale’den hızını alamadan dönen genç subayın (Bayazıtoğlu Muharrem), resmi elbisesiyle amcası A. Kadir Paşa’nın Konağındaki toplantılara katıldığını bilmekteyiz.(Memleketinin işgali nedeniyle Maraş ve Afşin, Elbistan, Göksün vs..nüfusuna kayıtlı daha nice genç savaşçıların bu toplantılara katıldığı  bilinmektedir.)

Bayazıtoğlu Muharrem, amcasının oğlu Zafer’le birlikte Bertiz’e gönderildi. Görevi: Bertiz’de çete oluşturmaktı.

ÖRGÜT

Halkları bilinçlendirmek, onlardan çeteler oluşturmakla iş bitmiyor. Yedirmek-içirmek, barındırmak, silahlandırmak, savaşmaya hazır hale getirerek örgütlemek… Vs. o günkü şartlar altında hiç te kolay değildi.
Bayazıtoğlu Muharrem ve Bayazıtoğlu
Zafer) Bertiz’e gönderildi. Bertiz çetelerinden oluşan 400 kişilik bir gönüllü ordu oluşturdular.

Peki, bu iki genci Bertiz’e gönderen ve finanse eden, KİMDİ? diye sorulsa,

"Maraş - Fransız Savaşı süresince, her gün Konağında iki bin beş yüz kişiye yemek veren A. Kadir Paşa idi.” Deriz.

Bayazıtoğlu Muharrem ve Zafer'in örgütlendirdiği Bertiz Birliği, Bababurun'dan sonra Maraş Savaşı başlar başlamaz, Maraş’ın kuzey ve kuzey batısındaki noktaları tutacak, Afşin,  Elbistan ve Göksun yollarını kapatacak, haberleşmeyi temin edecek ve elden geldiği kadar Kolej ve Kışladaki düşman kuvvetlerini taciz ederek, düşmanın dikkatini kuzeye çekecek ve şehir üzerindeki baskıyı hafifletecekti.


Maraş’ta İttihat ve Terakki Partisi ile İtilaf ve Hürriyet Partisi arasında çekişmeler alabildiğine sürüyordu.  31 Ekim 1919’da Sütçü İmam olayı olmuş, ilk kurşunu atan Sütçü İmam,  (Fransız-Ermeni askerlerince arandığından) aynı gün Bertiz’in Ağabeyli köyündeki Bayazıtoğlu Muharrem’in yanına gitmişti.

Bertiz Çetesi, Fransız Birliklerini Bababurun’da karşılayarak (olay, Sütçü İmam Olayından 112 gün önce) onları bozguna uğrattılar.

ANTEP’E YARDIM: Bir çok kahraman Maraş’ın Kurtuluşundan sonra çeteleriyle birlikte Antep Savunmasına katıldı.

 Öğrenimini bırakarak;
1.              İlkin Çanakkale Savaşına,  
2.              Sonra Maraş Harbine,
3.              Ve daha sonra da Antep Harbine,
4.              En sonunda da Sakarya Meydan Savaşına koşan binlerce gençlerden biri olan Bayazıtoğlu Muharrem için Şairlerin anası şu tespitte bulunuyor:
“Bu genç adam, kızları istasyonda görüp, onlara bir bakışta vurulan takımdan değildi. Benim yazılarımı, talebe yarışmasına girip, birinciliği kazandığı günden beri okuyordu. – Halide Nusret Z. ”


KAHRAMAN SAVAŞÇILAR

Çoğu zaman geçmişle, geçmişte yapılanlarla övünürüz.

“O gitti. Memleketine gitti. Bir daha kendisini göremedim. Yalnız memleketinin Kurtuluş Savaşında
(Maraş’ın Kurtuluş Savaşı) büyük yararlıklar, olağanüstü kahramanlıklar gösterdiğini haber aldım.  Hiç te hakkım olmadığı halde, gizli gizli onunla iftihar ettim. (H. E. Zorlutuna’nın annesi, Muharrem Maraş Harbine gidince nişan yüzüğünü postalamıştı. Halide, Muharrem’i sevdiği halde karşı koyamamıştı. Bundan dolayı hakkının olmadığını vurguluyor.)
Evet, onunla iftihar etmek elbette hakkım değildi. Çünkü O, İstanbul’dan ayrılır ayrılmaz annem, çok sevdiğim pırıl pırıl alyanslarımı parmağımdan çıkarmış, nişan sepetinde gelen öteki hediyelerle birlikte “M.”in ailesine geri göndermiş, beni onlara vermeyeceğini – amcamın aracılığı ile – kesin olarak bildirmişti.
Kahraman “M” (Maraş) Vilayetinin Kahraman Savaşçısı  “M” (Muharrem), o, büyük işleri yaptığı zaman benim nişanlım değildi ki, ama… Belki de hala beni seviyordu. — Bir Devrin Romanı- Halide Nusret Zorlutuna.”

---------

BAYAZITOĞLU
MUHARREM VE ZAFER

Maraş Harbinde Fransızlara karşı ilk silahlı Mücadele Bababurun’da:

1.    Bayazıtoğlu Muharrem,
2.    Bayazıtoğlu Zafer,
3.    Hacı Yasinoğlu,
4.    Muallim Hayrullah’la başlar.

BABABURUN NERDE


Bababurun; Maraş Merkez ilçeye yaklaşık otuz, Antep’in Nurdağı ilçesine on, Türkoğlu ilçesine bağlı Beyoğlu Beldesi sınırları içerisinde, Devlet Üretme Çiftliğinin hemen karşısında, eskiden bataklık olup geçilmesi çok güç olan doğal bir müstahkem mevki durumunda idi. Adana İskenderun, Antep ve havalisini işgal eden Fransızların askeri güç ve ağırlıklarının iç Anadolu’ya sevk edileceği tek geçit ve güzergahtı.

5 Ocakta Ceceli köyünü yakıp yıkan Fransız-Ermeni Kuvvetleri, Maraş’a giremediklerinden yeniden Antep’e döndüler. Fransızların devamlı takviye salması üzerine yolu kapamak gerekince o bölgede bulunan Bayazıtoğlu Muharrem ve amcası oğlu Zafer ile Muallim Hayrullah’a Türkoğlu -  Maraş yolunun kapatılması emri verilir. Dehlizde bulunan Yakup Hamdi Müfrezesi, Atmalı Aşiret Kuvvetleri ile birlikte Bababurun’a kaydırılır. Bu hazırlıklar yapılırken, Fransızların bir taburunun İslâhiye’den gelmekte olduğu görülür. Derhal Bayazıtoğlu Muharrem ve Zafer komutasındaki Milli Kuvvetler taarruza geçerler. Fakat Fransızlar Türkoğlu’na girdiklerinden pek bir başarı sağlayamazlar.

Ceceli’deki Muallim Hayrullah,  Fransız öncüleri ile çatışmaya başlar. Makineli tüfek atışları Türk kuvvetlerini çok zor duruma soktuğundan müfrezenin maneviyatını düzeltmek için yüksek bir kaya üzerine çıkan Muallim Hayrullah, sağ kasığından yaralanır. Bunun üzerine Milli Kuvvetler geri çekilirler. Ama…  Bayazıtoğlu Muharrem ve Zafer düşmanı kuşatarak çaresiz bırakırlar.

İnsan böylesine ünlü bir savaşçının sonunu düşünmeden edemiyor. Yaşanan bu aşk hikâyesini, kadın ozanların ve yazarların anasının romanlaştırarak adını: ‘Bir Devrin Romanı’ olarak belirlediği bu  hikâyenin sonu nasıl bitiyor acaba, diyor.
Bayazıtoğlu Muharrem’in Aşk hikâyesini (gerçek) Kadın Kahramanının ağzından dinleyelim:

“ … Bu ufacık gönül hikâyesinin sonu gerçekten acıdır. Ve ben, bu acı sonucu iki çocuk annesi olduktan sonra öğrendim.
*
Yirmi yıl ondan hiç haber alamamıştım. Yaşamımda bir bahar rüzgârı gibi gelip geçmiş olan ‘M’(Muharrem)‘ i çoktan unutmuştum. Günün birinde okulda, öğle istirahatında öğretmenler odasında otururken, bir öğretmen arkadaşım yanıma geldi. Sıkılarak: Bir görevi yerine getirmek için sizi rahatsız etmeye mecburum Halide Hanım, dedi.
Sonra elindeki zarfı bana uzatarak sözünü sürdürdü:
Ben bu görevi bir arkadaştan devr aldım. Kendisi sizi tanımıyor, gelmeye cesaret edemedi.
Zarfın içine baktım: Nişanlı bulunduğum sırada “M…” ye göndermiş olduğum çarşaflı ve alyanslı bir fotoğrafla yıpranmış birkaç mektup.
Arkadaşım bir yükten kurtulmak istercesine acele ediyordu.
“Bir ölünün son arzusu bu.”
Diye söze başladı ve çabuk çabuk konuyu özetleyip anlattı. Hiçbir titreme, hiçbir kırgınlık anlatımı yoktu, ne sesinde ne kelimelerinde.
Fakat ben trajedinin ortasına düşmüştüm, arkadaşımı, tırnaklarımı elime batırarak dinliyor, gözyaşlarımı akıtmamak için çaba harcıyordum. Bana anlatılan şu idi:
“B” (Bayazıtoğullarından) ‘M’ bey, Kurtuluş savaşında başına saplanmış olan kurşun yüzünden tam 18 yıl Bakırköy Akıl Hastanesinde yattıktan sonra, bir ay önce – düşününüz bir ay önce - ölmüş.
Bu zarfı benim meslektaşıma aktaran vefalı dost, 18 yıl boyunca onu her zaman ziyaret etmiş. ‘M’ (Muharrem) ona ve (ziyaretine gelen) başkalarına hep beni sorarmış. Bir de parmağında yüzüklü bir hanım görünce, mutlaka yüzüğünü çıkarttırır, içini okutturur, sonra ümitsizce geri verirmiş.
İşte hepsi, hepsi bu kadar. – BİR DEVRİN ROMANI -  Halide Nusret Zorlutuna.”
------
Bu kitabı (BİR DEVRİN ROMANI) bulmalı, okumalıydım. Hatta satır aralarındaki sırları bile çözmeliydim. İstanbul’da yaşayan oğlum Faruk’a durumu anlattım. İstanbul’daki kitapçılarda kitabın mevcudu bulunamadı. Maraş’lı kitapçı arkadaşım Mustafa M. İnternetteki araştırmaları sonucu kitabı,  Sivas’ın bir İlçesinde buldu.

-----------

İşgal Komutanı Guvernör Andre Nakip Camii Önünde Aşıklıoğlu'yla Tartıştıktan Sonra Çarşıya İner.

Çarşıda karşılaştığı bir köylüyü durdurarak :
"-Hükümetiniz bizden ödünç para almıştı. Geri vermedi. Biz de buraları istedik. Paramızı çıkarıncaya kadar kalacağız. Hükümetiniz razı oldu." dedi.

 Köylü:
"Sizin bu alış verişiniz doğru değildir. Hükümet kimin malını satıyor? Kimin malını rehin veriyor? Buralar bizimdir. Biz kimseye vekalet vermedik. Sen git paranı hükümetten al. Biz malımıza sahibiz." diye cevap verdi.

Guvernör Andre şehri daha fazla gezmeye gerek görmeyerek karargahına döndü.

29 Kasım 1919 Cumartesi günü Guvernör Andre tarafından bir toplantı yapılacağı daha önce kararlaştırılmıştı. Bu toplantıya şehrin ileri gelenleri, ilim adamları , daire müdürleri, hakimler, komiser ve jandarma komutanı katıldı.
 Guvernör şu konuşmayı yaptı :
  "-Ben memleketin tımarına, ahalinin refah ve mutluluğuna çalışıp hakkınızda lütufla muamele edecektim. Dünkü gün kuvve-i işgaliyem aleyhine kıyamda bulundunuz. Ben isteseydim, bayrak için kaleye hücum eden ahaliyi makineli tüfek ateşine tuttururdum. Binlerce adam ölür ve yaralanırdı."

 Önce sağ, daha sonra sol kolunu kaldırarak:
 "-Şu kolum kuvvettir, şu kolumda lütuf, hangisine sarılmak istiyorsunuz? Yani amacınız harp yapmak mı, yoksa af ve lütuf dilemek midir? Söyleyiniz." diye ekledi.

Orada bulunan Şeyh Ali Sezai Efendi tercümana dönerek
"İyice dinle ve tamam söyle"
diye söze başladı.

"-Dört yüz küsur sene evvel Kanuni Sultan Süleyman'ın Fransa Devleti ve Milleti hakkındaki iyi niyet ve himayeleri tarihi bir hakikattir. Devletler arasında adil, medeni ve dost olarak tanıdığımız Fransızların dili de Osmanlı okullarında okutulmaktadır. Sizden evvel İngilizler buradayken kumandanları hükumetimizin işlerine karışmamıştı, dini ve millî sembolümüz olan sancağımıza el uzatmamıştı. Fransız işgal kuvvetlerinin tarafsız hareket edeceğine, hükumet işlerine karışmayacağına dair yayınlanan beyannamenin aksine hareket edildiğinden Ermeniler Türklere karşı hunharca cinayetlere başlamışlardır. Dünkü gün de sancağımıza tecavüz edilmesi, halkın heyecan ve galeyanını doğurmuştur." dedi.

-------------------------------------------

DİRGEN ALİ
ROMANINDAN

Maraş Müdafaa-i Hukuku Milliye Cemiyeti kurulur. Cemiyetin Başkanlığına Binbaşı Aslan Bey getirilir.

Cemiyet tarafından alınan kararlar üzerine; Elbistan Jandarma Bölük Komutanı Yüzbaşı Muhtar Bey ve Nakibzade Mehmet Ağa emrinde 300 kişi Maraş’ın batısına Cancık’a mevzilenir. 2. kol Elbistanlı Eczacı Ömer Lütfi (Köker) başkanlığında Maraş’ın kuzeyine mevzilenir. Dirgen yaşlandığı için, oğlu İnce Fakı ile 25 silahlı gönüllüyü gönderir. İnce Fakı komutasındaki grup, Eczacı Ömer Lütfi (Köker)’ye katılır. (Konu dikkatimi çekiyor. Torunu Mehmet Binboğa’ya soruyorum:  Hayır diyor torun, dedem en verimli çağında o yıllar. Milli Mücadeleci olarak bildiğimiz dedem Maraş Savaşında nasıl devre dışı edilir: Biline ki,  Sıddık Demir’i suçlamıyorum. Ona anlatanlar suçlu. Ama onun da araştırması gerekirdi. Dedem Maraş’ın Harbine kendisi katılmıştır. Hem de savaş için donanımlı adamlarıyla.)

Maraş’ın Kurtuluşunun kahramanlarından Şeyh Ali Sezai’nin tekkesi de kapatılmıştır.
Bu arada Mustafa Kemal’e İzmir Suikasti girişiminde bulunulmuş, yakalananlar Dirgen Ali’nin yeğeni Ali Haydar’ın adından da söz etmişlerdir. Ali Haydar,  Halep’e kaçar.

Menzioğlu Ahmet’ten etkilenen Ali, “çok geç, keşke daha önce tanısaydım Menzioğlu’nu, başka Dirgen Ali olurdum” demektedir.

Aradan 10 yıl geçer. Ancak su uyur, düşman uyumazmış. Bir gün Ali’nin oğlu (1. Eşinden doğma Abbas) yunak için suyla uğraştığı esnada, hasımları yeğeni Hafızın oğlu’nu yaralarlar. Dirgenler, kısasa kısas kararı alırlar. Ertesi gün çıkan kavgada, karşı taraftan 3 kişi ölür.

Dirgen dahil,  9 kişi Elbistan'a oradan da Antep Cezaevine gönderilir. Cezaevinde ağalık düzeni vardır. Gelenlere zenginse kahve, fakirse çay ikram edilmekte, haraç alınmaktadır. Koğuştakiler, 9 kişinin birden gelmesi ile ürkmüşlerdir. Koğuş ağası, “gelenler kementli mi, kendirli mi” diye sorar ve kahve ikram eder. Dirgen Ali, tepsiye 9 gümüş bırakır.


Cezaevinde yatan Dirgen Ali,bir mektubunda hanımı Hatça'ya şöyle seslenir:

Dikenli’den vardı yeni mi geldi?
Gönlümüz rüyada oraya vardı.
Yörü bre dağlar düşmana kaldı,
Alnıma yazıldı bu kara yazı.

Mor koyunum bel önüne geldi mi?
Tosunları el eline kaldı mı?
Mapus yatmayınan adam öldü mü?
Alnıma yazıld bu kara yazı.

Bir dene koymayın satın malımı,
Mahkemede kısık etmen dilimi,
Düşman korkmaz görmeyince ölümü,
Alnıma yazıldı bu kara yazı.

Küfaylanım ince yerin deşinsin,
Kızlarım da tüfek alsın taşınsın,
İnce Fakı’m sen hepinin başısın,
Alnıma yazıldı bu kara yazı.

Yazdığımı cemaate gösterin,
Hacca karşılığını senden isteri,
Kilis’ de dokuz aslan beslerim,
Alnıma yazıldı bu kara yazı.

Dirgen Ali, hapishanede haraç işini kaldırır. Oğlu Abbas ile yeğenleri  İsmail ve Yemliha suçu üzerlerine alırlar. 16 ay sonra, Dirgen Ali dahil 6 kişi tahliye edilirken, Abbas, İsmail ve Yemliha mahkum olurlar. Dirgen Ali, koğuş ağasını, çocuklarına sahip çıkması konusunda uyarır.

Dirgen ve çocukları köye dönerler. Hatça kadın 6 kurban kestirir.

Bu esnada, Ali Haydar Halep’ten Konya’ya dönmüştür.

Aradan geçen zaman içinde, Yemliha Cezaevinde hastalanır ve ölür. Cesedi, Antep garipler mezarlığına gömülür.

Yemliha’nın öldüğü köyde duyulur. Bu esnada Ali Haydar’da eşi ve çocuklarıyla beraber köye gelir. Yeğeni Yemliha’nın ölümüne içerleyen Ali Haydar, bundan Dirgen Ali’yi sorumlu tutmaktadır. Ali Haydar, köylüyü Dirgen Ali’ye karşı gizliden gizliye kışkırtmaya başlar.

Bostanbeli’nde av’da iken, ovadan birisinin olup bitenleri Dirgen Ali’ye anlatmasına rağmen; Dirgen Ali, yeğeni Ali Haydar’ın nankörlük yapmayacağına inanmaktadır.

ÖLÜMÜ: Sene, 1940.
Yer: Afşin İlçesi, Bostanbeli mevkii.
Köylü, Bostanbeli üzerinde hak iddia etmektedir. Ertesi gün Köylü ile görüşmeye Bostanbeli’ne Dirgen Ali ile oğulları İnce Fakı ve Aslan giderler. Her birinde 50’şer mermi vardır. Ancak civarda pusu kurup mevzilenen 100 - 150 kişi vardır. Aniden bir el silah sesi duyulur. Bu patlama üzerine, mevzilenenler Dirgen Ali ve oğullarına ateş açmaya başlarlar. Çıkan çatışmada, Dirgen Ali 16 kurşunla ölür. Karşı taraftan da 4 kişi ölür.

Dirgen Ali, eşi Hatça’nın köyü Maravuz’a gömülür.

İnce Fakı suçu üzerine alır, Aslan serbest kalır. İnce Fakı, nefs-i müdafaadan 3,5 yıl yatar.

Cezaevinden çıkan İnce Fakı, Tikenli, Bostanbeli ve Yağlıca meralarını adil bir şekilde köylüye dağıtır. Babasının mirasını da, kardeşleri arasında pay eder.

 24 sene sonra, Dirgen Ali’nin kemikleri Maravuz’dan getirtilerek Norşun’da tarlasının başına gömülür.

-------------------------------------------

AÇIKLAMA

1. Sıdık Demir’in Dirgen Ali adlı romanından,   
2.  Konunun daha net anlaşılması için 13 sayfalık bölüm, aşağıda bağlantısını verdiğim bologerden yararlanılmıştır. 
http://kahramanmaraslisairleryazarlar.blogspot.com.tr/

-------------------------------------------

RİVAYET: Dirgen Ali oğulları ile birlikte Antep’in Kilis kazasında hapis olurlar. Hakim, tanık yetersizliği nedeniyle, Dirgen Ali’yi ve bazı oğullarını serbest bırakır. Üç oğlu hapiste kalır. Son mahkemede Ozan Haçça hâkime: “Benim diğer çocuklarımı da serbest bırakın,” der.
Hâkim:  “Kocanı ve altı oğlunu bıraktık işte daha ne istersin,” der.
“Hangisinin suçlu olduğunu sanıyorsun hâkim bey?”
“Bunlardan biri muhakkak.”
“Ya suçlu olanları bıraktı isen…  Ne hakla, suçu kanıtlanmayanları içerde tutarsın.  Hepsini geri dama sok ya da hepsini bırak.”

Hâkim düşünür.  Haçça kadın haklı. Neticede hepsini serbest bırakır.

  • Köylüler birleşmiş karşı tarafla barıştırmak istemişlerdir. Dirgen Ali’yi, bu barışma merasiminde düşmanları vurup öldür.
-------- 
        
Dirgen Ali, Osman Usta Olayı

İlginç, hatta eşine ender rastlanan yapı ustası kaçırma olayı K. Maraş ili Afşin ilçesine bağlı Lorşun köyü ile o tarihte bağlı olduğu Elbistan ilçesi arasında yaşanır.
1870'de Elbistan Köprübaşı mahallesinde dünyaya gelen, 1943'te vefat eden, soyadı döneminde Tamer soyadını alan Durmuş Haliloğlu Osman usta, merak sardığı yapı sanatında kısa zamanda üne kavuşur.
Ceyhan Nehri, Köprübaşı Köprüsü güneyi, un, bulgur ve dövme değirmenlerinin de doğu karşısına inşa ettiği iki katlı Gazipaşa ilkokulu başta, birçok köprüler, evler, konaklar, hatta eski hükümet konağının yapılmasında emeği geçen, daha önceleri meydana gelen depremde yıkılan Ulu Camii minaresini tamir eden, yaptığı işlerin sağlam ve görkemliliğindendir ki belediye fen bilirkişisi seçilen Osman usta; ev, konak yaptırmak bir şans meselesi durumuna gelir. Kısaca aranan adam. Yapı yaptırmak isteyenler sırada.
O zaman Afşin nahiye. Lorşun Elbistan'a bağlı köy. Bu köyde; “Dirgen Ali” adında bir kişi ünlenir. Sofrası açık. Tam bir ekmek sahibi. Bu konuda bir anısını Yenice'li Hacı Kemal emmi namıyla anılan Mustafa Kemal YÜCEL'den ; “SÜLLA namıyla anılan Süleyman YÜCEL'in babası” bizzat dinlemiştim:
“…Dirgen Ali ile Elbistan'da hapis yatıyorduk. Koğuşların mevcudunu bir gün topladı. Şöyle öğütte bulundu; “Yavrularım, yavrularım, eğer düşmanı vurma ile, kırma ile bitirsem ben bitirirdim. Bir mağara da (7) yedisini vurdum. Vurdukça çoğaldı, vurdukça çoğaldı. Daha sonra düşman tüketmenin bir çaresini buldum : Düşmanın yemediğini yemeye başladım, giymediğini giymeye başladım, binmediğine binmeye başladım. Bir baktım ki ; düşman tükendi, herkes benimle dost oldu. Sizler de bu durumumdan ibret alıp ona göre çok çalışınız dedi. Diye bana bir anısını anlattı.”
İşte Dirgen Ali böyle hiddet ve şiddetiyle tanınan biri. Bu kişi bir konak yaptıracaktır. Bunu da ancak Osman usta yapar. Fakat müşterisi çok, sıra gelmesi zor. “Ne yapalım? Ne yapalım?” Meşvereti” (Müzakeresi) yaparlar. Gizli bir istihbaratçıya karar verilir. Elbistan'ı iyi bilen görevli araştırmaya başlar. Nerde oturuyor?, nerden gelip, nerden gidiyor? v.s.. Araştırmacı raporunu verir. Osman ustanın sabah namazına gidiş saati tam uygun bir saat. Dört silahlı görevlendirir. Bir de yedek at. Sabah namazına gitmek için kapıyı açan Osman ustayı, derhal yakalayıp; “Sesini çıkartırsan öldürürüz” derler. Nereye, ne için gittiğini bilmeyen Osman usta Lorşun'a götürülüp, Dirgen Ali'nin huzuruna çıkartılır. “Korkma. Şu anda Dirgen Ali'nin evindesin. Ben de Dirgen Ali'yim. Canına bir zarar gelmeyecektir. Ancak bir şartla; Ben bir konak yaptıracağım. Bunu yapacaksın. Ücretinde eksiksiz verilecek. Gerek işe başlamadan, gerekse yarım koyup kaçacak olursan hayatının sonu olur. Bu ültimatonu alan Osman usta, konağı yapmaya şeref ve namus sözü verip işe başlar. Ancak zamanın iletişim eksikliğinden, sağ olup olmadığını ailesine duyuramaz. Osman usta kayboldu haberi yayıldıkça yayılır. 
Derhal işe başlanır. Amele, işçi doğrama sıkıntısı yok. Osman ustanın her istediği yerini alıyor. Üç ayda yapılacağı tahmin edilen konağı 45 gün içinde tamamlayıp Elbistan' a dönen Osman usta; “Öldürüldüğü” kuşkusu ile kaybolduğu günden beri ağıt feryat eden muhterem eşi Zeynep hanıma ve ciğer paresi çocuklarına kavuşur. (Ruhları şâd olsun) 

Kaynak: Gaziantep Bölge İdare Mahkemesi Başkanı iken emekliye ayrılan,  hakim (Osman ustanın oğlu) Elbistanlı Samet TAMER. 

KAYNAK: http://www.unsandigi.com/sandik1.asp
-------------------------------------------  

 Kilikya Krallığı


Kilikya


Kilikya adı 12. ve 13.yüzyıllarda  küçük bir krallık olarak kurulan 300 yıl süren  Ermeni krallığını tanımlamada kullanılmıştır. Daha sonra da siyasi ortamlarda  malzeme durumuna  sokulmuştur. Aslında Kilikya sözcüğünün Ermenilerle ilgisi  yoktur. Kilikya  bir coğrafi bölgenin adıdır. Kökü Hititçe HİLAKKU olup, İ.Ö. 5. Yüzyıldan sonra Kilikya olarak kullanılmıştır. Cumhuriyet öncesi yazışmalarda da bu ad  kullanılmıştır.

Bir araştırmacıya göre Hellenlerce Kilikya diye anılan bölge, bugünkü adıyla, Çukurova’yı  bir de  Mersin ‘den  Alanya’ya  kadar  uzanan  kıyıları  ve bunların arkasındaki Toros Dağlarının güney yamaçlarını içine alır. Kilikya  adı  Hellen  ağzında  büründüğü bu biçimiyle Kilix Kilikos yurdu anlamında görülür. Bu nedenle İlkçağda Hellen dünyasında Kilikyalı anlamında  Kilix ya da Kilikos denirdi. (Bilge Umar) 

Heredot Kilikyalılar için şunları söylüyor: Kilikyalılar bu savaşa 100 gemi getirmişlerlerdi. Kendi ülkelerinin başlıklarını taşıyorlardı. Kalkan olarak tabaklanmamış yünlü öküz derisi kullanıyorlardı. Yün gömlek giyiyorlardı. Her birinde iki mızrak ve Mısırlılarınkine çok benzeyen birer kılıç vardı. Eskiden HYPAKHAİ’ler denirken sonradan Agenor oğlu Kilix’in adını almışlardır. MELART’a göre Kiliks’in uydurma bir yiğit ata olduğu, gerçekte Asurluların Çukurova’ya ve halkına verdikleri KHULAKKU adının Hellenlerce kendi ağızlarına uydurularak HYPAKHAİOİ biçimine getirildiği, Kilix ve Kilikya adlarının dahi aynı kökenden gelme olduğu baskın görüştür. Mitoloji ise Herodot’un sözlerini doğrular niteliktedir. Bu efsaneye göre Tanrılar Kralı ZEUS, Fenike Kralı Agenor’un güzel kızı Europa’yı, güzel bir boğa kılığına girerek  Europa’yı kaçırır. Kral Agenor, 4 oğlunu (Kadmos, Thasos, Poinix, Kilix) kaçırılan Europa’yı aramaya gönderir. KİLİX adlı oğlu kardeşini bulamayınca Kilikya bölgesine yerleşir ve buraya kendi adını verir.

ANTİK KİLİKYA BÖLGESİ VE SINIRLARI

Anadolu’da Helen varlığı İ.Ö. 7. Yüzyıldan sonradır. Bölge, İ. Ö. 5. Yüzyıldan sonra Kilikya olarak anılmaya başlanmıştır. İlk Çağ’da Helenlerce Kilikia diye anılan bölge bugünkü adıyla Çukurova’yı, bir de Mersin’den Alanya (Manavgat / Melas çayı=Manavgat çayı)’ya kadar uzanan kıyıları ve bunların arkasındaki Tauros/ Toros dağları güney yamaçlarını içine alır.
Helenler Çukurova’yı Kilikia Pedias yani Ovalık / Düz Kilikya olarak anarlardı. Ovalık Düz Kilikya İssos yani İskenderun körfezinden Mersin Lamas (Limonlu) çayına kadar olan bölge idi. Mersin Lamas çayından Alanya’ya (Manavgat / Melas çayı) kadar uzanan Kayalık, Dağlik bölümüne de Kilikia Trakheia /Kilikya Tırakheya) Taşlık/ Dağlık Kilikya derlerdi. Romalılar ise aynı yerlere Cilicia Aspera ve Cilicia Campestria adlarını vermişlerdi. İ. Ö. 1. Yüzyılda Roma, Kilikya Eyaleti (Provencia Ciliciae) ‘ni kurduysa da , korsanlığın önü alınamadı.
Ovalık Kilikya, İ. Ö. 83’te Armenia Kralı  Dikran tarafından ele geçirildi. İ. Ö. 67’de Romalı Komutan Pompeius büyük bir donanmayla yöredeki korsanları temizledi ve Kilikya’yı yeniden bir Roma eyaleti haline getirdi.       Bizans döneminde, Cilicia Prima ( Birinci Kilikya ve Cilicia Secunda  (İkinci Kilikya) merkezi Anavarza  idi. 6. Yüzyıl depremleri, Bizans-Ermeni savaşları, ve Arap korsanları yüzünden birçok Kilikya kenti terkedilmiş, harabe olmuş ve oturlamaz duruma gelmiştir.       Taşlık Kilikya’ya Konya Selçukluları İÇ-İL adını vermişler. Cumhuriyet döneminde de İÇEL  adını almıştır. 

KAYNAK: Kilikya adı nereden geliyor – Klikya adı ile ilgili söylenenler -Araştırmacı Şahin ÖZKAN

NOT: 

Kilikya'nın Ermenistan ile bir ilgisi yok. Ama yazıda geçtiği gibi 

Kilikya adı siyasi ortamlarda  malzeme durumuna sokulmuştur.

İnternette  Kilikya Krallığı ile ilgili bir çok şey yazılmıştır. Hep Osmanlı suçlanmıştır. Ermenilere baskı yapılmış, Ermeniler soykırıma uğramış olarak halkımız aldatılmıştır. Halbuki, olayları başlatan, haksızlık yapan Ermenilerdir. Örneğin, Maraş'ı istila eden Fransızların safında yer alarak komşularına silah çeken Ermenilerdir.  

-------------

Dirgen gibi, mazlumun hakkını zalimden alarak iade eden bir milli kahramanın ölümü elbette çevrede infial uyandırır. Ona onlarca ozanın ağıt yaktığı bilinmektedir. Ama bunlardan yalnızca Mahzuni Şerifin ağını yayınlayacağız.

Seyreyledim Çoğuhanı

Seyreyledim Çoğulhan'ı Çomu'yu
Ey Berçenek senin yerin nerede
Ne saygısı kalmış ne de erenler
Şakir Baba gibi pirin nerede

Yeşil bağımızda ayrıklar bitmiş
Zeynel'in bağında baykuşlar ötmüş
Bizim köyün nuru çekilmiş gitmiş
Kahpe felek senin zorun nerede

Lorşun yaylasının dirgen Ali'si
Gülden güzel şu tanırın yaylası
Hani Berçeneğin ala delisi
Dost Mahzuni gibi körün nerede

http://www.akormerkezi.com

Adresinden kısmen yararlanılmıştır.

------------

HATÇA, HAPİSTEKİ DİRGEN ALİ’YE
GÖNDERDİĞİ MEKTUPTA DOKUZ
OĞLUNUN İSİMLERİNİ ZİKREDEREK ŞÖYLE YAZAR

Kader böyleymiş bulmam bahane
Karga hücum etti uçan şahana
Bir parmağını vermem cihana
Beyimi konakta göreydim bari 

Beyimle çok sefalar sürdüğüm
Misafire türlü yemek verdiğim
Nazlı kıra gümüş takım vurduğum
Muhammet’i üstünde göreydim bari

Cahil gelinlerim yola bakıyor
Kır at kişneyince beni yakıyor
Fakım Dikenli’ye düşman çıkıyor
Mavzer dalında göreydim bari

Kaba ağacın gürlemesi dalınan
Günlerim  geçiyor ahu zarınan
Emmim ilen dayım ilen el ilen
Cumanın düğününü kuraydım bari

Cahil kaldı şu Mahmut’un gelini
Zalim düşman daldan aldı gülümü
Kahpe felek göstermeden ölümü
Çocuklarımı burda göreydim bari

Kilitli kaldı odayın  kapısı
Gubucu istiyor tarla tapusu
Baş baş oldu Lorşinli’nin hepsi
Hasmının üstüne geleydin bari

İsmail’i sizden aşağı görmem
Abbas Yemliha’yı gözümden ırmam
Bin öğüt versen birini almam
Dokuzunu burda göreydim bari


DİRGEN ALİ’YE ÖLMEDEN ÖNCE
KARISI HATÇA’NIN SÖYLEDİĞİ AĞIT

Cezaevinden çıkan Dirgen Ali, bir gün hanımı Hatça (Hatice) ile sohbet ederken Hatça'dan, kendi adına, ölmüş gibi ağıt yakmasını ister. Bu isteği duyan Ozan Hatça kadın şaşırır fakat kocasının ısrarına dayanamayıp duygularını şöyle ifade eder:

Merdiveni çıkamıyor
Ellehalem ağır derdi
Sabır yaylana düşman konar
Dikenli bağimin yurdu

Alt(ı) oğlu var beş de kızı
Küll(ü) yetim bırakma bizi
Kapı döşlü kurt bileklim
Yıkılsın Elbistan düzü

Fakı’sız ata binemez
Muhammet doktur bulamaz
Şu düzün(e) ağıt düzeyim
Kimse sen gibi olamaz

Aslan düşmüş ağır yatar
Gitme beyim evin batar
Çocuklara kıran girsin
Sahipsiz fidan mı biter

1. Kaynak:
 http://www.avsarobasi.com/forum/index.php?topic=1745.0;wap2
2. Kaynak: Yılmaz İlik, Dikenin Gülü Avşarlar Kitabı.
Siteye ekleyen : Selami SAYGILI / FRANKFURT


DİRGEN ALİ 1935 YILINDA ANTEP HAPİSHANESİNDE
-------------------------------------------
KELİMELER

Cahil Gelinlerim: Yeni yetme,  genç gelinlerim.
Cemaat: Toplum.
Fakı: Fakih'ten bozma kelime. Anadolu'da okuryazar ve bilgili imam, hoca gibi kimselere eskiden verilen unvan. Şiirde ‘Fakı’  kelimesi Digen Ali için kullanılıyor. Dirgen  Ali’nin dini bilgisinin olduğunu bu kelimeden anlıyoruz.

Gö’: Mavi.
Höffünü: Korkusunu.
IrmamGözümden uzaklaştırmam.
Otoriter: Çalışmalarıyla kendini kabul ettirmiş, başarılı kimse.
Şahana: Şahine.
Yamacına: Karşına.
Yoz: 1. Erkek koyun. 2. Doğada olduğu gibi kalarak işlenmemiş olan kısır, dejenere, kaba, adi, bayağı yavan, gebe kalmamış hayvan ya da serbest olarak araziye bırakılmış kısır hayvan sürüsü.
Zarınan: Çığlık, imdat.
Küllü: Toptan, hepsi.

-------
DİRGEN ALİ SİTESİ:
1. Maraş Harbi ve Afşınlılar
2. İnce Fakıya Ağıt
3. Kıvış Yusuf ve Dirgen
4. Milli Kahraman
-----------------------------------------